Sonbahar aylarında gün içerisinde hızla değişen hava sıcaklıkları hepimizi olumsuz etkiliyor. Çevremizde grip, nezle olanların sayısı giderek artıyor. Henüz hastalanmadıysanız kendinizi korumak için önlem aldınız mı? Ya da “çok geç, hastalandım” diyorsanız, tedavi için ne yapıyorsunuz? Hemen antibiyotik kullanmaya mı başladınız?

Sonbahar aylarında gün içerisinde hızla değişen hava sıcaklıkları hepimizi olumsuz etkiliyor. Çevremizde grip, nezle olanların sayısı giderek artıyor (Eris varyantı konusuna girmiyorum.). Henüz hastalanmadıysanız kendinizi korumak için önlem aldınız mı? Ya da “çok geç, hastalandım” diyorsanız, tedavi için ne yapıyorsunuz? Hemen antibiyotik kullanmaya mı başladınız?

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) raporlarında dünyada en ölümcül hastalıklar olarak ilk sırada kalp ve damar hastalıkları, ikinci sırada ise kanser yer alıyor. Ancak farklı gruplar (üriner sistem, solunum sistemi, mide-bağırsak hastalıkları gibi) altında değerlendirilen enfeksiyon hastalıkları bir araya toplandığında “enfeksiyona” bağlı ölümlerin ikinci sıraya yükseldiği görülüyor. Önemsemeyip “soğuk algınlığı” dediğiniz enfeksiyon hastalıklarının aslında bir “seri katil” olduğunu anlamanız gerekiyor.

Yirminci yüzyılın ortalarında antibiyotiklerin tedavi alanına girmesi ile enfeksiyon hastalıklarına bağlı sorunlar ve ölümler önemli ölçüde kontrol altına alınabildi. Ancak sağlanan bu başarı antibiyotiklerin kontrolsüz bir şekilde gereksiz ve aşırı miktarda kullanılması ile giderek kâbusa dönüşüyor. Artan şekilde “antibiyotiklere dirençli mikroorganizmalar” ortaya çıkmaya başladı. İşte bu nedenle DSÖ’nün raporlarında enfeksiyon hastalıklarına bağlı ölüm sayısı tekrar üst sıraya çıktı. Uzmanlar tarafından yapılan uyarılarda, “Bu şekilde gelişme devam ederse insanların yakın bir gelecekte antibiyotiklerin keşfedilmediği dönemlerde olduğu gibi enfeksiyon hastalıklarına karşı mücadelede çaresiz kalacakları.” bildiriliyor.

Neler yapabiliriz?

Öncelikle bağışıklık sistemimizi, hastalıklara karşı direncimizi artırmak için bitki çayları ve bazı bitkisel ürünlerden yararlanmalıyız. Her gün birkaç defa adaçayı ve ıhlamur karışımı içerisine tarçın kabuğu ve karanfil tomurcuğu ilave ederek hazırladığınız çayı şekersiz olarak içebilirsiniz. Ancak bu noktada mutlaka belirtmeliyim ki aldığınız bitkilerin tazeliğinden, içeriğinden, çevresel toksinlerle ilişkisinden ve çeşitli riskler taşımadığından emin olmanız gerekiyor. Ayrıca adaçayı özütü, karanfil özütü, ıhlamur özütü taşıyan şekersiz pastillerden gün içerisinde ağzınıza atmanızı öneririm. Hep şekersiz diye vurguluyorum, dikkat ederseniz. Bunun nedeni, şekerin mikropların boğazımızda kolayca üremesine zemin hazırlıyor olması. Mikroplara bu imkanı vermememiz gerekiyor.

Ekim ayından başlayarak bağışıklık sistemini destekleyici bitkisel destek ürünlerinin alınması, enfeksiyonlara karşı mücadelede bize önemli katkı sağlayabiliyor. Bunlar arasında Ginseng özütü veya beta-glukan içerikli ürünler benim tercihim. En az bir buçuk ay sürekli kullanılmalı. Ayrıca zerdeçal kökü de yararlı. Zerdeçalı toz olarak almayın; bütün alıp kendiniz toz haline getirin. Aç karnına sabahları bir çorba kaşığı (tepeleme) gerçek bal, yoğurt ya da sızma zeytinyağı içerisine karıştırıp yutun. İçerisine tarçın kabuğu ve karanfil tomurcuğunu da toz haline getirip ilave edebilirsiniz. Bunların oranı ise sizin damak tadınıza kalmış.  Hayır, “ottan çöpten” reçeteler vermiyorum. Bunları doktor onaylı destekleyici gıda takviyeleri olarak değerlendirelim.