Bir veda yazısı mahiyetinde...

Dostlarım; hayat kısa süre içinde yine çok şey öğretti. Anladım ki:

  • Pişkin karşısında pişmişlik örneği sergilemek boşunaymış…
  • Çalışanın emeği neyse de ekmeğinde gözü olanların gözünün içine bakmak bir nevi hazmış…
  • Bir ‘İlahi Komedya’ yazılmak istense, ‘mevcudi hazinesi’ varken bu iş kolaymış ve bu yüzden Mevdudi’ye bırakılmazmış!
  • Sevgilisine, “Kalemle, kâğıtla arama girme / Girersen o zaman vurursun beni” diyen birinin işi ruyi zeminde zormuş…
  • İlahi korkuyu dilinden düşürmeyenlerin korkutan halleri, kestirilemeyecek kadar korkutucuymuş…

***

Kendime döneyim;

Hal ehline hal satmak, bal ehline bal satmak ve bunu yaparken ölçü/terazi kullanmamak bir huzur pınarıymış. Hasılı;

Hırkalı yok ettin şükür hırsını
Takdirle bitirdin hayat kursunu
Bir daha gelirsen yapma tersini
İnsan olmak gibi hazine yokmuş

***

Dişçim arayacaktı, aramadı…

Dişsizlik ve işsizlik ile bunalmış bedenim kalemime sarıldı. Bunalmışlıktan bulanmışlıka evrilen ruh halim kelamımı tetikleyince dikeldim.

Durmak daha yorucuydu! Kendi kendime;

Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayra

Diye, Politika Kasabasının Siyaset Bulvarında dolaşırken bir binanın balkonundan ‘dostlar’ el etti. Yanlarına vardım. Ortada bir hanı-ı iştiha, kaşık sallıyorlar. “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin…” diyecek oldum vazgeçtim…

Hayırdır ağalar türü bir laf edince han-ı iştihanın menşeini sorduğumu anladılar. Cingöz Recai kılıklı ile Mahcup Mahir, iştiha ser hoşluğundayken, Eli Sopalı, sorulmamış ama sorulmuş sanılan ve sayılan soruya cevap verdi:

- Yapay zeka ısmarladı!

***

Bulvarın sonundaki Millet Bahçesinden meslek mağduru medya mensuplarının sesi geliyordu. İndim vardım yanlarına… Yaman bir temmuz sıcağının kavurucu ikliminde kimi, ‘direne direne kazanacağız’ derken, kimileri de ense karartıyordu… Bağrı Yanık Ömer hallerinde olduğu anlaşılan birinin sesi yayıldı arkadan. Türkü çığırıyordu:

Münkir münafığın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu

Millet Bahçesinin uzak köşelerinden bir ses geldi:

- Kim söylüyor o türküyü?

Kalabalığın içindeki türkücü cevap verdi:

Kazak Abdal nutk eyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da…

***

Vesselam… Eyvallah…