“Müjdecim!”

İnsan, seninle anlam kazandı; seninle manasına kavuştu, varlık. Sen yoksun diye, yüzler gülmüyor; tahammül sınırını aştı hayat.

Yokluğunu fırsat bilenler, kan gölüne çevirdiler dünyayı. Kuzey, güneyi eziyor; kara bulutlar çöküyor, semadan tüm evrene

Yaradan'ın üstünlük ölçüsü "takva" iken, "ne mutlu" ırklar türedi. İlahlık yarışına girenin biri, diğerine:

“Sana, benden gayri özgürlük veren olmaz; benim istediğim kadar hürsün; ya sev, ya terk et!” inkarın daniskasıydı.

Yokluğunda sahte liderler dolaşıyor, sağda solda; “Kurtuluş bende!” diyor, her biri. Halklarını atıyorlar gayyaya bilerek, isteyerek. İzmler çöplüğüne döndü, dünya!

İnsanı insan yapan değerler pazara düştü; dosta kurşun, düşmana gül. Tutulan yol hak olsaydı, çokluğuna rağmen zelil olur muydu, seni sevenler!

”Kurtarıcım!”

Coğrafyam kan ağlıyor; sen, üç binlik gücünle, Mute'de, çağın abd'sini devirdin; biz, kaç kat fazlayken yenik düştük haçlıya; "Zalimlere meyletmeyin; size ateş dokunur!" yüce emrini unuttuk.

İtibar aradık, Teksaslı Büyük Şeytan'ın sofrasında, tarihi kanla yazılmış Beyaz Reis'in masasında.

Ali'nin yasını tutan milyonlar,akıp giderken Kerbela'ya; coninin refakatinde(!), hangi menzile koştular? Sen olsaydın, toprağına, Kızılderili soykırımcısı necis ayaklar değer miydi?

Senin yurdunda, kız çocukları, toprak olmaktan kurtuldular; Ömer, seninle öğrendi adaleti, şefkati.

"Diri diri gömülen kıza, hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman!”

Hazro'nun belediye reisi, kan davasından canını zor atıyor, odasına; hani sen, kaldırmıştın tüm ilkellikleri; mesaj yerine ulaşmadı mı yoksa!

Yaradan'ın şaşmaz terazisi: ”Bir millete olan kininiz, sizi, o millet hakkında adaletsizliğe sevketmesin!” iken, çıldırmış olmalı, eli silah tutan!

Suçların şahsiliğini sen getirdin; ama, dedesinin ihanetini torunlarından soran, yeryüzünün en ilkel düşüncesi, vatanımı elli ikiye böldü; sınır ötesi operasyona değil, "gönül ötesi operasyon"a susadı dünya! İnsana, sınır mı konurdu?

”Efendim!”

Selamı sen getirdin; "barış olsun" diye; lakin, zenginin ajandasında, orta direğin telefonu niye yok!

Niye, bir milyonun Frenk kurşunuyla can verdiği Ruanda'ya, dünya sağır kesildi?

Gazze; Mekke'ye, Istanbul'a, Karaçi'ye, Sumatra'ya… ne kadar uzakmış meğer!

Bunca telefon direği varken, neden sesi duyulmuyor; Kabil'in, Açe'nin, Grozni'nin…

Seni, benden kopardılar, ben de oyuna geldim; renklerimiz, ırklarımız, dillerimiz...

Yaradan'dan, "tanışalım" lütfu iken; şimdilerde, "Bana hakaret etme; tek, ne istersen vereyim" kanunu çıkıyor; meğer ne kadar da zayıfmışız!

Muteber işler yapardık, bir zamanlar; fethe çıkardık dünyayı; korunmaya ihtiyacı mı vardı ismimizin! Gör, bak; kapıları açtık mı sonuna kadar, gönlümüz mazluma geniş, zalime dar!

”Peygamberim!”

Sen yoksun diye, yüz binlerin yuvası tarumar oldu; hani, sosyal devletti, yok yok yanıldım;

"Madem düştün buraya; öde, pek kutsal olan (!) vergilendirilmiş kazancını" diye, kadının hayatını kararttığı yetmiyormuş gibi, kapısına, "görev şuuru içinde (!)" vatan evladını dikmiş ki, soysuz tabelanın altında, kimse hır gür çıkarmasın.

Maaşı da "ırz" parasındanmış meğer! Anne, "cennet, ayakları altında olan"dı; çift anahtarla kapısını gizlice açıp, "gündüzünü saklayan" değil!

Her köşe başını, gayet resmi tefeciler tutmuş; bir bankanın yakasından kurtulan, diğerine yapışıyormuş; denize düşen….!

“Şeytanın pisliklerinden bir murdar!” iktidarın övünç kaynağıymış meğer! Ne kadar da gelişmişiz, bir bu kadar kravatlı gangster varken!

Çalış, daha çok çalış; kredi puanın eksiden artıya dönsün; bak, sokaktan, emekli parasını yeni çekmiş biri geçiyor. Abd aşkına sana yatırsın da alın terini, ödensin artık, şu dış borç faizi (!)

Artık çağ atladık; falcılık, varoşların sanatı değil; milyoner, bir o kadar da çağdaş kuşakların itibarı oldu, Çankaya sırtlarında. Yüzlercesi, "enayinin parası" deyip kaptı kaçtı oynuyor, hayal iklimlerinde.

”Sana uymayan ölçü!”

Sen yoksun diye, emeğin, alın terinin, göz nurunun yerini, "bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" aldı; "daha üzerimize güneş doğmadı" nesli uzak değil!

Yirmi sene evvelinin bereketli akşamları yok artık! Yerini, sabahçı kahveleri aldı; oysa zaman, öldürülecek bir şey değil, kazanılacak bir şeydi!

“Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilin; dar vakitten önce bol zamanın…”

Sen, "Nur otuz bir" için, hainleri sürüp çıkardın Medine'den; biz, bu kadar milyon kadın, erkek; ….krasi oyunundan bekledik, iffet imtihanını!

Meğer tuhaf bir delilik haliymiş bizimkisi; komutandan ter akmadan, askerden kan akar mıymış!

Medine'de, senin askerin, açlıktan taş bağlamışsa karnına, senin karnında iki taş! “Onda sizin için güzel bir örnek vardır!”

Mazlumuz dedik; mağduruz dedik; zillet halini seçtik kısaca; mağdur fethe çıkamazdı, bilemedik; daha yürek ülkesini fethetmeden, nereye koşacaktık; başsız, nefessiz!

Senin çobanların vardı; her biri ruh ikliminde birer lider! "Dağdaki çobanla eşit miymiş!" Olamazdı ki!

Çobanın Rabbi, ona tefekkür nimeti vermiş; çağın zavallısına da uzak bir hasret düşmüş, insanlıktan!

”Hayat olsa teperim!”

Hayat dediğin nedir ki, gün olur geçer; sana kavuşmaksa bir ömre bedel!

Sen bir yana, dünya bir yana; sevginle nice asırlara!...


Tarık Sezai Karatepe