Fethi Okyar, aradığı civanmert delikanlıyı Aydın’da bulmuştu. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı, ondan başkasına emanet edemezdi.

1931
Fethi Okyar, aradığı civanmert delikanlıyı Aydın’da bulmuştu. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı, ondan
başkasına emanet edemezdi.

Genç Menderes’le Okyar, ülkeyi Tek Parti jakobenlerinden kurtaracaktı. Ne var ki 3 ay sonra kilit
vuruldu kapısına, SCF’nin.

Bir yıl geçmemişti ki ezanlar susturuldu, garip bir ses yükseldi semaya:

“Tanrı uludur Tanrı uludur!”

Zaten, Fatih’in emaneti Ayasofya’nın müzeye çevrilmesiyle ayak sesleri duyulmuştu, beş yıl önce.
Milli Şef’in partisine giren Menderes’e, ancak yedi yıl dayanabildiler. İhraç kaçınılmadı.
Demokrat Parti umutlarla kuruldu. “Yeter Söz Milletin!”di.

46 seçimlerinde huylu huyundan vazgeçmemişti. Tek Parti’nin hilesi ‘Açık oy, gizli tasnif’ti, milletle
alay edercesine.


Tek Parti, ABD mısırı getirmek için yüz binlerce zeytin ağacını kestirdi. Artık mısıryağı yenilecekti.
Türküsünü bile uydurmuşlardı:
“Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman!”

50’de sandık yeniden kuruldu. Tek Parti, ‘bir seçim bölgesinde en fazla oy alan partinin bütün
vekilleri alması’nı diktanın garantisi olarak görüyordu.
Kazdığı kuyuya fena düşmüş, 416’ya 69 yenilmişti.

DP, ülkeye nefes aldırmış; Bilal’in Kabe’de ezan okuduğu günün yıldönümünde “Allah En Büyüktür!”
nidaları yükselmişti.

Kalkınmanın kitabını yazıyordu DP!

Et Balık, MKE, TPO, Demir Çelik, DMO, Seka, TKİ… yüz binlere iş olmuş; traktör fabrikaları da genç
mühendis Erbakan’ın eliyle açılmıştı.
Asfalt yollar 7bin km’yi bulmuştu.

Halk kadirşinastı. 54 seçimleri, malumun ilanıydı. Tek Parti bir kez daha tuş olmuştu. 503’e 31,
jakobenlerin suratına inen Osmanlı tokatıydı.

Selanik provokasyonu, 6-7 Eylül 1955’te Istanbul’u harp alanına çevirmiş, 4bin Rum evi, 1000 Rum
dükkanı, kiliseleri… küle dönmüştü.
1957 sandığında 3. kez yere serilen Tek Parti artık gözünü postallara dikmişti. 424’e 128, ebediyen tek
başına iktidar olamayacağının resmiydi.

Milli Şef, aba altından sopa göstermeye başlamıştı bile:
“DP’lilerin başlarına kötü şeyler gelebilir”di. “Sizi ben bile kurtaramam”dı.


Medya maymunları manşet üstüne manşet atıyordu:
“Öğrenciler kıyma makinasında doğranmışlar”dı. Maksat malzeme olsundu.


20’lik üniversiteli Menderes’e:
“Hürriyet istiyoruz!” demiş, “Koskoca başbakanın boğazını sıkıyorsun, bundan iyi hürriyet mi olur?”
cevabını almıştı.
Vazgeçilmez hastalık nüksetmiş, 27 Mayıs sabahı, Türkeş, darbeyi radyodan ilan eden ‘İhtilalin
Kudretli Albayı(!)’ olmuştu.
DP’lilerin evleri tek tek aranmış; vekiller tutuklanmıştı.
Yakalanmasalardı, “12 uçak dolusu altın kaçırıyorlardı(!)”
Tek Parti hakimleri/savcıları 10 yıl boyunca yememiş içmemiş, atılan her sloganın, sıkılan her kuruşun
hesabını 3 Adam’a fatura etmişlerdi.
Demek yargıçlar, bu mesailerini insan haklarına ayırsalardı, hukuk devleti kurabilirlerdi. Ama zulüm ile
hükmetmek ne de tatlıydı!
Bindirilmiş kıtalar Yassıada salonunu doldurmuş, kabare oynatılıyordu. Vizyondaki filmin adı
‘Düşükler’di.
Roma arenalarını aratmıyordu, şaklabanlıklar.
Hüküm verilmişti. Polatkan, Zorlu ve nihayet Menderes…
6 doktor, dipçiklerin gölgesinde, ağır hasta Menderes’e ‘Sağlam Raporu’ vermişti.
Abdest aldı, mektubunu yazdı, sehpaya kendi çıktı.
Acı çeksin diye düğüm boğazına getirildi, şehadete uçtu.
3 Dev Adam sonsuza dek sevgiyle anılırken; kalem kıran kalemşörler, cellatlarıyla haşrolunacakları
Büyük Gün’ü bekliyorlar.