(22 Mayıs 2000 tarihli “Gecikmiş bir vefa borcu yazısı... Çilenin Adı: Anne” yazımdan)

Annemi ihmal ettiğimi o vefat ettiğinde anladım! Beni en az ölümü kadar üzen şey, sağlığında, “Özledim, torunları al da gel” çağrılarına, “Haftaya geliriz anne...” atlatmasına sığınmamın utancıdır... Aramızdaki yarım saatlik, bir-iki saatlik mesafeyi başka işlerime vakit ayırmak için göze alamadığımı hatırlamak, şimdi acımı arttırmaktan başka bir işe yaramıyor... Ölümünün hemen ardından;

Anne en şair günümde öldün
Senin için şiir yazamıyorum
Mezar yapmış adam kelimelerle
Ben seni anlatamıyorum

Derken, bu acının çaresizliğiyle hareket etmiş olmalıyım...

SÖNMEYEN ÇIRA...

Sabahat Emir, annesinin vefatıyla birlikte içine düştüğü haleti ruhiyeyi anlatırken, yazmıştı ya, “Eskiler söylerler; insan, bir sevdiğini kaybedince yüreğinde kırkbir çıra birden yanarmış. Geçen her günde bir çıra sönermiş. Kalan bir çıra ise, ömür boyu yanar dururmuş... Gerçekten öyle! Zaman nelere kadir! Gün değil ama geçen yıllarla birlikte gerçekten kırk çıra söndü gitti. Bir daha gülmem eğlenmem, kolay kolay yiyip içmem sanıyordum. Zamanla güldüm de, eğlendim de, yiyip içtim de...

Ama o kırkbirinci çıra var ya... O, hiç sönmüyor!” diye; işte ben de o kırk birinci çıranın yakıcılığındayım.

Anladım ki; anneler, çileyi yüreklerine hapseden meleklerdir!..
Sevgi yüklü sözcükler, candan dökülür dudaklarından...
Çocuklarına kızmayı da beceremez çoğu, dilleri dolaşır...
Elvermez yürekleri kem söze...
Beddua değil hep dua ederler; dünyayı güzellikler sarsın diye...
Ölüme bile başka gider anneler...
Dirileri gibi ölüleri de üzmesin ister çocuklarını!..
Ellerinde olsa ağlatmazlar arkalarından...
Anneler erken öğrenir sevginin gücünü, altında ezilirler o yükün...
Çocuklar geç kalır anneye ulaşmakta...
Ulaştıklarında da iş işten geçmiştir...

KAR İSYANI...

Bu gecikmişliğin acısıyla olsa gerek, annemi kaybettiğimde “isyanım” kar’aydı!: 

Delirmiş rüzgar
Sanki kıyamet var
Bir kar, bir kar
Her yer kar beyazı
Her şey gül beyazı
Dünya dün dipdiri
Pırıl pırıldı
Bugün kolu kanadı kırıldı
Yaşlandı birden
Saçları ağardı

Benim gözlerim kan çanağı
Bölünmüş ikiye
Sanki kesilmiş nar
Bir kar, bir kar
Önce çullanıyor üstüme ölümüne
Sonra yorulup düşüyor yere
Tane tane
Kar bugün bembeyaz
Kar bugün kara bela
Ne yol ne iz kaldı
Azrail dün annemi
Kar bugünümü zorla aldı

“Ölümsüzlerin” ölümü sanki kar tanesi, hatta kan damlası... Çocuklar büyüyor “adam” oluyor ama, adamlar küçülüp “çocuk” olamıyor... Sadece annelerin ölümü çocuklaştırıyor “adamları!”