Kibirli insanlar hakkında ne düşünüyorsunuz ne hissediyorsunuz? Sizde saygı mı uyandırıyorlar? Hayranlık mı? Yoksa onların gerçekten üstün insan olduklarını mı düşünüyorsunuz?

Kibirli insanlar hakkında ne düşünüyorsunuz ne hissediyorsunuz? Sizde saygı mı uyandırıyorlar? Hayranlık mı? Yoksa onların gerçekten üstün insan olduklarını mı düşünüyorsunuz?

Bu soruları okuyan hemen hemen herkes kuşkusuz, “hayır böyle hissetmiyorum veya düşünmüyorum” diyecektir. Peki o zaman bu insanların kibirlerini kim besliyor? Mutlaka bu kibrin büyüsüne kapılmış, karşısındakini hakikaten üstün biri gibi gören, ona sadakatini göstermek için olağanüstü bir çaba ve teslimiyet içinde olan, bunun karşılığında başı okşanıp kollandığını, sevildiğini düşünerek ruhsal bir doyum bulan birileri her zaman vardır ve bunlar kişinin kibrini beslemeye devam ederler.

Başkalarını kendinden aşağıda gören, kendini hemen her konuda bilgili ve yeterli sanan, üstün meziyetlerle donatılmış olduğuna inanan, hiçbir koşulda hata yaptığını kabul edemeyen, başkalarına ilgi ve yakınlık göstermeyi bir lütuf sayan bu zavallı zatlar, aslında içten içe derin biçimde yaşadıkları değersizlik korkularını kibirleriyle gölgelemeye çalışan kişilerdir. Bunların yanında bir de farklı nedenlerle “çok önemli kişi” (very important person -VIP) nitelemesini hak eden insanlar bulunuyor. Ancak bu insanlar bile, kul olarak kimseden daha önemli, daha değerli değildirler.

Kendini başkalarından gerçekte olduğundan daha önemli ve üstte görme durumu aslında kişilik psikolojisi açısından normal kabul edilen bir durum da değildir. Fakat her ne hikmetse kibirli insanlar bir şekilde kendilerine inanan bir tebaa bulmakta pek de zorlanmazlar. Belki de ulaşılmaz, yetişilmez ve üstün görünmek bir tür cazibe yaratıyor ve insanların bir kısmını çekiyor; kibirli kişinin nezdinde bu kişiler de kendilerini daha değerli hissediyorlar, kim bilir…

Özetlersek, çoğu felsefi yaklaşım, ahlak öğretileri, dinler, bilim hepsi kibrin kötü bir şey olduğunu söylüyor; tevazuyu, alçakgönüllülüğü öğütlüyor ama yine de vazgeçiremiyor bu kibirli insanları tavırlarından.

Ben yine de naçizane uyarma görevimi bir kez daha yerine getireyim, alan alır almayan Kaf dağında kalır! Bırakın yeryüzündeki diğer tüm referansları, Kur’an’a bakarsak; “… Şüphesiz Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez...” dendiğini görürüz Nisa suresinde. Veyahut “… Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” diyor İsra suresinde... Hz. Muhammed (s.a.v.) de “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” diyor. Çok şey söylenebilir ancak bunların üzerine laf söylemek benim haddime değil. Bu nedenle konuyu, Mevlana’nın Mesnevi isimli eserinden kısa ancak hayli anlamlı bir hikâyeyle noktalamak istiyorum:

“Kendini beğenmiş bir nahiv (gramer/dilbilimci) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiralamış ve kurumla oturmuş yerine. Kayıkçı, olgun ve alçakgönüllü bir insanmış. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyormuş. Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir edayla sormuş:

— Sen hiç gramer okudun mu? Dil biliminden anlar mısın?

Kayıkçı: Hayır efendim. Ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.

— Vah vah dedi Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!

Bir süre ilerledikten sonra rüzgâr şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başlamış. Denizde fırtına çıkmış, Bilgin korkmaya başlamış. Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya ulaşmaya çalışırken görmüş ki artık kurtuluş ümidi yok. Bilgine dönüp sormuş:

— Efendim, yüzme bilir misiniz?

Bilgin: Ne yazık ki bilmiyorum.

O zaman kayıkçı:

— Vah vah dedi, şimdi ömrünüzün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize, benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.”

Alçakgönüllü tüm insanlara saygı ve sevgilerimle…