Yeni bin yıl başlarken, uluslararası alanda adından en çok söz ettirecek gelişmelerinden birinin “biyoteknoloji” olacağı söyleniyordu.

Bu gerçeğin farkına erken varan ülkeler, bu alandaki altyapılarını tamamladığı gibi, yönlendirici durumuna gelmeye başlamıştı. Milenyum başında 80 milyar dolarlık bir pazar durumuna gelen ve 10 yıl içinde 151 milyar dolarlık kapasiteye erişmesi beklenen biyoteknolji, Türkiye’nin de gündemine girmeye başlamıştı.

TÜSİAD’ın hazırlattığı “Uluslararası Rekabet Stratejileri: Biyoteknolji” raporu, bu çerçevede küçümsenemeyecek bir ilgi uyandırdı.

O dönemde, Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hüveyda Başağa ve Doç. Dr. Dilek Çetindamar tarafından hazırlanan rapor, 21. Yüzyıla damgasını vuracak ve tüm ülkeleri etkileyecek olan biyoteknoloji konusunda önemli bilgi ve değerlendirmeler içeriyordu.

Rapor, biyoteknolojinin yaygın olarak kullanıldığı tıp-ilaç, tarım, hayvancılık, gıda, çevre ve enerji sektörlerine büyük kazanımlar sağladığına dikkat çekiyordu.

Ayrıca, gelişen gen teknolojilerinin ve biyoinformatik araçların, bu alandaki uygulamaları, bilim, teknoloji ve küresel ekonomilerde büyük değişimlere yol açacak duruma getirdiği vurgulanıyordu.

 TARIM ÖNCELİKLİ...

 Genetik bilgi ve malzemenin önemli bir hammadde haline geldiği modern biyoteknolji uygulamalarında, tıp- sağlık ve tarım alanlarında elde edilen büyük başarılara dikkat çeken raporda şu bilgiler yer alıyor:

“Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye öncelikle elindeki insan ve bitki gen havuzunun tanımlamasını yaparak bu bilgiye sahip çıkmalıdır. Bu konu özellikle transgenik bitki türleri geliştirmek için önemli olduğu gibi, tohum ıslahı ve melezleme yapabilmek için de çok önemlidir.

Özellikle Avrupa’da genetik değişikliğe uğratılmış organizmaların tartışmaları sürerken, Türkiye’de tarım sektöründe biyoteknoloji uygulamalarının bu yönde öncelikle başlatılması sayesinde, tarım bitkilerinin kuraklığa, bitki zararlılarına ve hastalıklara karşı direncinin artırılması, değeri yüksek yeni bitki türlerinin üretilmesi ya da mevcut olanların daha ucuza üretilmesi ve özelliklerinin geliştirilmesi sağlanabilir.”

 

TÜRKİYE NE YAPMALI?

 Raporda, insan gen yapısındaki farklılıkların kişilerin genetik özelliklerini belirleyip, hastalıklara yatkınlık veya kişiye özel tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi açısından son derece önemli görüldüğü ifade edilerek şu görüşlere yer veriliyor:

“Bu nedenle etnik yönden heterojen olan Türk toplumunda aile bazında genetik hastalıkların tanımlanması, özellikle yaygın hastalıklar göz önünde bulundurulduğunda, uygun stratejilerin saptanması için önem kazanmaktadır. Türkiye’deki insan gen havuzu önemli bir kaynak olarak değerlendirilmeli, genetik çalışmalar devlet desteği ile sürdürülmeli, elde edilecek bilgi hazinesi uygun bir şekilde işlenmeli ve korunmalıdır. Bu sayede sağlık sorunlarının çözümüne katkı sağlanabilir ve hastalıklarla ilgili tanı, ilaç ya da aşı gibi ürünler geliştirilebilir.”

Raporda, o yıllarda dünya biyoteknolji şirketlerinin yarattığı, ürünlerin dahil olmadığı pazarın 63 milyar dolara ulaştığına dikkat çekilerek, çok hızlı büyüyen bu pazarın 2008’de 151 milyar dolarlık büyüklüğe erişeceğin tahmin edildiği belirtiliyor.

Bu alanda barılı olabilmek için güçlü araştırma kuruluşlarının büyük önem taşıdığı kaydedilen raporda, yasal düzenlemeleri hazırlayarak kontrol eden ve teşvik sistemleri oluşturan devlet kuruluşlarının etkin çalışmalarının, risk alabilen finans kuruluşlarının oluşmasının, gönüllü ve profesyonel örgütlerin varlığının, üniversite-sanayi-devlet kuruluşları işbirliğinin ve toplumun bilgilendirilerek, konuya ilişkin sorunların geniş bir katılımla çözülmesinin gerektiği vurgulanıyor.

Biyoteknoloji hem yeni yılında başında hem de günümüzde ihmal edilmeye gelmez bir önem arz ediyor. Bu alanda büyük ilerleme kaydeden ABD, Almanya, İngiltere ve Japonya gibi ülkeler işi artık üretimin de ötesinde, sanayi dalı haline getirdikleri biliniyor. Türkiye’nin bu yarıştan kopmaması gerekiyor.