Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Ahmet Necdet Sezer’i bilirsiniz. Bazıları da hatırlamayabilir. Çünkü cumhurbaşkanlığı makamında fazla ön planda olmayan birisiydi.
  2000’li yıllarda     Başbakan Ecevit’e attığı kitap ile ekonomik krizin baş sorumlusu olarak gösterilirken, bazı kesimlerde dünyevi görüş farklığından dolayı yerden yere vurdular. Sezer’in çeşitli nedenlerle sevilip sevilmemesi günlerce tartışılabilir. O ayrı bir konu. Ancak Sezer’i anlamak için bugünleri masaya yatırmak gerek.


  Erdoğan’ı, Özal’ı ve Demirel’i göz önüne getirdiğimizde gerçek manada partili olmayan son dönemlerin tek cumhurbaşkanıydı diyebiliriz. O makama Ecevit getirse de, Ecevit ile çok ters düştüğü zamanlar olmuştur. Çünkü kendi ilkelerinden asla taviz vermedi. Kendini o makama getirenlere bile eyvallahı yoktu.
  Sezer’in çocuklarını kimse bilmez mesela. Oğluna düğün yaptı, kelli felli işadamlarını falan çağırmadı. Düğünde kesinlikle takı, para veya hediye kabul etmedi. Bazı “yalakalık” yapıp getirenleri bile geri çevirdi. Gelini devlet okulu olan Olgunlaşma Enstitüsü’nün diktiği gelinliği giydi. Düğündeki tüm masrafları cebinden karşıladı. Oğlunun düğününde bile “Devletin malı deniz” demedi yani.
 Cumhurbaşkanlığı ödeneğinin yarısından fazlasını “Bana çok geliyor” diye iade etti. Her yıl harcamalardan artanı devlet hazinesine geri verdi. Onun zamanında yakını, akrabası, eşi, dostu, dünürü, gelini damadı ihale almadı, torpille işe girmedi, sırtını ona yaslayıp kimse nemalanmadı. 2001 yılındaki ekonomik krizde maaşına yapılan zammı reddetti.
  Şatafatlı ve dökmeli saçmalı iftarlar düzenlediğini ne duyan vardır, ne gören. Ama köşkün mutfağında çalışanları ile iftar yaptığını herkes anlatır. Kendisine hediye edilen her şeyi demirbaş kaydettirip devlete bıraktı. Yurtdışı gezilerinde kesinlikle harcırah almadı. Yüzlerce kişiyle “Hadi şöyle bir yurtdışına gidip hava alıp gelelim” diyenleri de götürmedi.


  Koruma sayısını, köşk personelini, makam araç sayısını düşürdü. Kırmızı ışıkta durdu, markette, hastanede sıra bekledi. Köşkte eşinin ve kendisinin özel telefon görüşmelerini bile cebinden ödedi. Görevi sona erip giderken bir bavulla çıktı gitti.
  Sezer’i seversiniz sevmezsini o ayrı konu. Görüşlerine katılırsınız, karşı çıkarsınız o da sizin bileceğiniz iş. Ama memleketin insanı geçim sıkıntısı ile kavrulurken, devletin tepesinde olanların “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek milyar dolarlık harcama yaptığı, “halkımızın hizmetçisiyiz” deyip binlerce koruma ile kendi halkından çekindiği, devletin tüm kurumlarındaki ihalelerde hep belli şahısların ön planda olduğu dönemde Sezer sıra dışı birisiydi.


  Dünyevi görüşleri veya siyasi bakı açısı şahısların kendilerini ilgilendirir. Ancak kendi ikballeri uğruna vatandaşın sırtına basıpta tepelere çıkmak, akabinde her fedakarlığı yine vatandaştan bekleyip, kendilerinin bal-kaymak yaşantısını görünce birkaç kelam etmek istiyor insan.
İşte bizim asıl sorunumuz bu. Biz “ye kürküm ye”ci bir millet olduk çıktık. Bizim zirveye taşıdıklarımız bizden ne kadar kopuk ve uzaksa, aykırı bir yaşam sürüyorsa baş tacı ediyoruz. Her makam için aslında durum bu. “Bal tutuyor, parmağını elbette yalayacak” deyip savunduklarımıza toz kondurmayıp kendi yamalı donumuzu görmezden geldiğimizde asıl tüm mesele.
  Bu yazılanlar, en tepedekinden, bizi yöneten belediye başkanı, kaymakam, vali veya herhangi bir kurumun amiri ya da bir muhtar için bile geçerli. “Devlet malından bir hırka bile alan, savaşta şehit olsa bile cennete gidemez” diyen peygamberin ümmeti, bura mısınız acaba?