Sanayi toplumunun psikolojisi bozuk, bağışıklık sistemi zayıflamış, beslenme kural ve zamanı dengesizleşmiş, hormonlu yiyeceklere mahkum insanları; altüst olmuş vücut kimyaları ile her türlü hastalığa yakalanma riskiyle karşı karşıya.

Hele kış ayları gelince grip, nezle, öksürük, astım, ateşli hastalıklar ve üst solunum yolu rahatsızlıklarıyla boğuşmak zorunda kalanların iş ve sosyal hayatı çekilmez bir hal alıyor.

Böyle durumlarda doğal olarak bir doktor kontrolü ve tıbbi ilaç kullanımı kaçınılmaz oluyor.

Ancak bir de şifayı doğada arayanlar var ki, bunun da pek çok sebebi, olum-olumsuz sonuçları var. Bilinçsizce yenilen-içilen bu tür maddeler, herşeye rağmen büyük ilgi görüyor.

Yan etkileri bulunan ve fiyatları sürekli artan kimyasal ilaçların yanında her yerde ve ucuza temini mümkün olan “doğal” ilaçlar, bu alanda kullanılan bitkilerin satıcılığını yapanların sayısını da arttırdı.

 

ESKİDEN İLÇ MA VARDI?

 

Aslında tarih boyunca kullanıldı şifalı bitkiler. Büyüklerin ebesinden, dedesinden gördüğü ilaçları gençlere içirmek isterken, “Bunun bir tehlikesi olmasın!” tereddüdü içindeki çocuklarına, “Eskiden ilaç mı vardı?” sözleriyle “ikna” etmesi; bu tür ilaçların asırlardır kullanıyor olmasından kaynaklanıyor...

Hatta bu alanda yayınlanmış çok sayıda kitap bulunması, bu tarihsel sürecin imbiğinden geçen “formüllerin” ürünü. 1630 yılında basılan ve Avrupa ülkelerinde büyük ilgi gören “Gerands” adlı kitap, 3 bin 800 bitkinin kullanılışı hakkında bilgiler içeriyor. Türkiye’de de benzeri pek çok yayın bulunuyor.

 

750 BİN BİTKİ...

 

Konunun uzmanlarından olan ve şifalı bitkiler satan Gaziantepli İlhan Aslanyürek’in 20 yıl önce verdiği bilgiler, şifalı bitkilere yönelik araştırmaların 1800’lü yıllardan ciddiyetle sürdürüldüğü yönünde. Şöyle diyor Aslanyürek:

“Bazı bitkilerin; glikozitler, soponinler, tanenler, alkolidler, mineraller, organik asitler, müsilajlar, uçucu yağlar ve daha birçok  ana maddeyi içerdiği belirlenmiştir. Bu bitkilerin birçoğu günümüzde tıp alanında kullanılıyor. Bununla beraber şimdiye kadar kısıtlı ve az miktarda tıbbi bitki üzerinde durulmuş, ancak zamanla bu sayı çoğalmıştır. 750 bin bitkinin keşfedilmesi bekleniyor. Bunların aydınlatılması ve tıp alanında kullanılması ile belki de şimdiye kadar ilaçları bulunamayan öldürücü bazı hastalara da şifa bulunacaktır.”

 

ŞANSLIYIZ ANCAK...

 

Türkiye’nin bitki örtüsü bakımından dünyanın en zengin coğrafyasında bulunduğunu, bunları değerlendirmek ve kültüre alınacak olanların üretilerek ihracatını sağlamak yerine, her yıl milyonlarca doların bu ürünlerin ithalatına harcandığını belirten Aslanyürek şunları söylüyor:

“İlaç sanayicileri yurdumuzda yetişen ilaç hammaddesi bitkileri unutarak, ithalata yöneliyorlar. Bu, ulusal ekonomiye bir külfettir, yazıktır, günahtır. Tıbbi bitkilerimiz dağlarda, ormanlarda çürümeye terk ediliyor. İlaç sanayiinin bu konuda geniş çaplı araştırmalara girmesini, hammaddeyi Türkiye’den temin etme yanında, ihracata yönelmesi gerekir.

Yan etkileri bulunan, hatta ölümlere neden olan sentetik ilaçları yavaş yavaş bırakıp bitkisel ilaçlara yönelmesini, ilaç sanayimizin bir ambalaj sanayi olmaktan çıkıp gerçek ilaç sanayiine dönüşmesi en büyük hayalimizdir.

Bizler bu olanağın içinde yüzerken, ilaç pahalılığı yüzünden halkımız reçetesiz, miktarını ve özelliğini bilmeden bitki kullanma, hocalara muska yazdırma ve kendini falla tedavi yolunu seçiyor. Bu hurafelerden ve yanlış bitkilerin kullanımına bağlı risklerin ortadan kaldırılması için bir an önce çalışma başlatılmalı.”