“İstanbul seçimleri iptal edilince gözler 31 Mart’ta yapılan Haymana yerel seçimlerine döndü” diye bir haber okudunuz mu? Okumadınız. Çünkü yapılmadı. Ama gözler dönmeliydi. İstanbul’da seçimler ne kadar ruhen rahatsız edici ise Haymana da aynı şekildedir.

24 Haziran seçimlerinde 20 bin civarı olan seçmen sayısı 31 Mart seçimlerinde 32 bin olmuş.

Bir önceki sene 28 bin civarı olan Haymana nüfusu, en son sayımda 48 binlere tırmanmış. Tüm bu tırmanış size normal geliyorsa, diyecek bir şey yok.

“Efendim şu aday şu kadar şu mahalleye yazdırdı, şu muhtar şu kadar şu köye yazdırdı” demek kör dövüşüdür. Önemli olan bir ilçenin veya köyün kaderi taşınarak değiştirilmiş midir, değiştirilmemiş midir ona bakmak lazım.

“Dışardan yazılanlar olmasaydı seçimi şu aday kazanırdı” mealinde öküzün altındaki buzağıya atıf yapmak da değil derdim.

Buna devlet veya yetkili organlar neden ses çıkarmaz. Neden bu gel-git’lere izin verilir? Asıl mesele bu.

Haymana sokaklarında bebe, belik, kocakarı, dede ister yukarıdan aşağı, ister sağdan sola, ister soldan sağa sayın 5 bin kişi çıkmaz. Velev ki çıktı, bunların bin kişisi neredeyse Suriyeli. İndi mi 4 bin kişiye.

Köylere gidin, meydana selam verin, selamınızı ya terk edilmiş ve yıkılmış evler alır, ya da size “kendi kendisiyle selamlaşan deli” derler. Köyler bomboş. Ama seçmen listesine bakıyorsun her evde 15 kişi yaşıyor gibi görünüyor. Demek koyun koyuna yatıyormuşuz da kimse kimseyi görmüyormuş. Selamin kavlen yarabbim. Yumurtaya can veren mevlam, her evde bir ordu barınıyormuşta, kimse kimseyi hissetmiyormuş bile.

Haymana’ya veya köylere arada bir uğrayanlar buradaki yerel yönetimleri seçip gidiyorlar. Onlar mutlu mesut asıl ikametgahlarına dönerken, biz burada onların seçtiği yöneticiler ile al takke ver külah yaşıyoruz. Hak, adalet veya reva olan bu mu? Buyurun buradan yakın.

32 bin seçmen, 48 bin nüfus Haymana’nın neresinde Allah aşkına bana bir gösterin. İsmini dahi ilk defa duyduklarımız sandıkları coşturdu. Yolda görsek belki kavga edeceğimiz akrabalarımız varmış da bizim haberimiz yokmuş. Ya dedemiz çok hovardaymış bir çok gayrı meşru çocuk peydahlamış, ya da ebemiz çok fingirdekmiş sağda solda oynaşmış. Yoksa bu kadar akraba nereden çıktı?

İşte bu kağıt üzerinde kalan akrabalarımız seçimlerde bizim kaderimiz oldular. Mevcut seçmenle seçimlere girseydik belki yine aynı sonuç çıkacaktı. O ayrı konu. Ama her nasıl olursa olsun, bizim seçme hakkımızı yine biz tayin etmemiz gerekmez miydi. Memnunsak biz memnun olalım, değilsek yine biz değiştirelim, ama birkaç saatliğine 5 senede bir Haymana’ya şöyle bir uğrayanların bizim üzerimizde oluşturduğu hükümranlığın mantıklı bir açıklaması yok.

Suçlu, o şu bu değil alayımız bu günaha ortağız. Hepimiz bu oyunda rol aldık. Topumuz bu günahın ucundan kıyısından yapıştık. Ondan sonra diyoruz ki; “Neden böyle oldu?”

Şimdi İstanbul için söylenenlerin bini bin para. YSK’sından nüfus müdürlüğüne, seçim kurulundan adaylara, seçmeninden seçilenine, sandık başkanından, memurlarına kadar bu oyunda hepimiz varız arkadaş. Ama yıllardır seçimler, özellikle yerel seçimler bu şekilde yürüyor. Şimdi “İstanbul’da bir şey oldu, ama ne oldu” diye bir milletvekili cevher yumurtladı, bu hale geldik. Bu hale gelmedik, zaten tepeden tırnağa bir dalaverenin içindeydik de, bir taraf kaybedince “Yandım anam” diye nasırına basılmış gibi zıpladık. Olan bu.

HAFTANIN SÖZÜ: Bu yazıda hiçbirşey anlatmasam bile kesinlikle birşeyler anlattım. Ama siz fark edemediniz.

HAFTANIN HABERİ: Ramazan ayının yarısına geldiği halde, hala bir iftara çağrılmayan S.Y(47) ağız dolusu söverek orucunu mındar etti.

SAYGILARIMLA