Bu hafta yoğun çalışma temposunun ardından birkaç günlük tatile çıktım. O nedenle güncel bir yazıyı kaleme alamayıp, eski yazılarımdan birisini paylaştım. İdare edin artık.

Her mendil ıslatan hikayede olduğu gibi Kerem büyük aşkı Aslı’ya kavuşamamıştı. Ama bu Kerem artık o Kerem değildi. Feleğin çemberinden geçmiş, hayatta her şeyin yolunu yordamını çözmüş, sakala göre tarak vurmayı keşfetmiş, fettan bir zat olmuştu. Maymun gözünü açmıştı.

Hiiç önemsemedi. Ne Mecnun gibi çöllere düşmeye, ne de Ferhat gibi dağları delmeye niyeti vardı. “Çalıştır oğlum Kerem saksıyı” dedi, “sana kız mı yok” Çalıştırdı saksıyı.

Şehir meydanında gürültüden ortalık yıkılıyordu. Vardı Kerem aslına ermek için. Kral tebaasını toplamış halka sesleniyordu. Yine yükseğe oturmuş, halka gırtlağı patlarcasına bağırıyor, yüksek yüksek konuşuyordu. Halk galeyana gelmiş çılgınca alkışlıyordu. Kral; “Akıllı olun, saraydaki 50 celladı zor tutuyorum” diyor, halk “izin ver gidelim, boynumuz verelim” diye tempo tutuyordu.

“Fırsat ayağıma geldi” dedi Kerem. İte kaka en öne geçti, çılgınca alkışlamaya, kendini paralarcasına bağırmaya başladı. Kral “Efendi efendiliğini, köle köleliğini bileceeek” diyor, Kerem; sesi kısılana kadar “Yaşa… Var ooll…” diye bağırmaktan Denizli Horozu gibi sırt üstü yere düşüyordu. Elleri su topladı, ses telleri yırtıldı, ama o yırtınmaktan vazgeçmedi. Kral’ın hemen dikkatini çekti, bu ne derse onaylayan ve kendini perişan eden genç. Çağırttı sarayına ve en yağlısından bir iş verdi. Kerem’e “yürü ya kulum” dedi. Kerem çift motor taktı, uçtu adeta. “Yemişim Aslı’sını, aslolan gemiyi yürütmektir bu alemde agaa” dedi.

Hemen bir gemi verdiler emrine. İthalat, ihracat ve bilimum nakliyat ile paraya para demedi. Mangır dedi, sakal dedi, altın dedi, ama Allah var para demedi, tamah etmedi, yazık(!)

En çokta zeytinyağı işi yapmaya başladı. Tüm yağlamaya ve yağlanmaya alışmış zat-ı şahanelere bolca dağıttı. Baştan ayağa yağladı tüm yüksek tebaayı. Bal tuttu parmağını yaladı, yağ tuttu yağlamayı, yağlanmayı kavradı. Gemiciği filolara dönüştü, tuttuğu altın oldu, zümrüt oldu Keremciğin. Saltanatının bekası için her yolu kavradı. Ya kendinden daha uyanıklar çıkıp ta, tekerine çomak sokarlarsa diye cin olmadan çarpmayı öğrendi.

Tapınaklara gidip en önlerde saf tuttu. Bağıra çağıra ibadet etti. Salya sümük ağladı. Kapı önündeki dilencilere, kah ağız dolusu herkesin duyacağı öğütler, kah herkesin göreceği şekilde tomar tomar para verdi. Para verdiği dilenciyi takip edip, tenhada sıkıştırarak parasını geri aldı ama, hikayenin fikriyatında böyle şeylere hiç yer verilmemesi gerekiyordu.

Sarayın hazinesinden fakir fukaraya bol bol yardım etti. Garip gurebanın sahibi, kimsesizin “Kim”i oldu Kerem efendi hazretleri.

Toplu ve de çok katlı çadır yapma işine girdi. En küçük bir rüzgarda devrilip de bedeviler çadır altında kalınca, dini bütün bir muhterem olup “Allahhh…” dedi. “Malzemeden çalıyorsun ” diye dikilenlere de “Yallaahh…” dedi. Kendi suçunu ona buna havale edip sütten çıkma ak kaşık oluverdi haşmetlu Keremcik.

Sonunda Aslısına kavuşamadı ama, mala mülke itibara ve şatafata kavuştu devletlu Kerem. “Aslolan da buymuş, kader işte” dedi, içine envai çeşit içki katılmış gül suyunu içerken.

Aslı’yı alamadı ama, kanunda onun yanındaydı, nizam da. Ee parası da vardı, istese Aslı’nın tüm sülalesine nikah kıyabilirdi.

Hayat Kerem’e güzeldi artık. Bir kıytırık Aslı’nın peşinden gidipte perişan olmaktansa, bir Kralın kanadı altına girip zevk-i sefa etmek bu kadar kolaydı işte. Bu şan şöhret onda olduğu sürece ASLI’nı da alırdı fotokopisini de…