Son yıllarda kıymalı pide cenazelere öyle bir giriş yaptı ki, kimse bir daha çıkaramadı. Pide, cenazelerin baş aktörü, kefen, gül suyu, pamuk gibi olmazsa olmazların arasına giriverdi.


  Bir zamanlar “Cenaze sahibi aile yemek yedirmez, konu komşu getirir onlar yer” dedik. Kimse umursamadı.
  “Acılı aile o kadar işin gücün arasında pide ayranla uğraşmaz, uğraşmamalı” dedik. Tınlamadılar.
  “Böyle bir adet, gelenek ne dinde var ne imanda” dedik. Bir kulaktan girdi, diğerine zaten hiç uğramadı.
  Tüm bunları Eşofmanlı Şevket Hoca gibi birçok alet edevatla anlattık, “bana mısın” demediler.
Ama son aylarda cenazelerde pide olayı dikkat çekici bir şekilde azalmaya başladı.
  Gökten yeni bir ayet mi indi? Yooo… Bir yerlerde gizli yeni bir hadis mi keşfedildi? Alakası yok. Peki ne oldu da insanlar “O kutsal” pideden geri vites yaptı?
  İşin içine maddiyat girdi bilader. Paranın girdiği yerde maalesef birçok kutsallık arkasına bakmadan kaçıyor. Elbette pidenin üzerindeki pul biberi kadar kutsallığı yoktu, lakin işte son dönemlerde cenazelerin baş köşe kahramanı, olmazsa olmazıydı. Cenazelerde okunan Fatiha duası kadar baş köşeye kurulmuştu, kimse kaldıramıyordu.
  İşte pidenin maliyeti dolar, yuro, hisse senedi gibi fantastik bir şekilde değer kazanınca, cenaze sahiplerinden “Aslında dinimizde yok böyle bir şey” gibi fısıltılar yükselmeye başladı. Valla çokta iyi oldu.
  Çünkü bir ara iş o kadar zıvanadan çıkmıştı ki, kredi çekenler, ondan bundan borç alanlar, elindeki bileziği satanlar cenazelerinde pide telaşına düşmüştü. “Vurur kırarım babamın cenazesini lokum gülsuyu ile kaldırtmam, illa pidesi bol, ayranı köpüklü olsun” çalımları, bıçak gibi kesiliverdi.   
  Hele biraz daha bastırınca bu cenaze pidesi zırvalığı tarihe karışacak gibi. Ha gayret ekonomik kriz, birçok lafın sözün, fetvanın yapamadığını cepteki delik yaptı ya, helal olsun.
  Cenaze demişken, bir de Haymana’nın gerçekten manidar bir olayı daha vardı. Merkez Camisinde kılınan namazdan sonra cenaze omuzlara alınır, mezarlığa kadar götürülürdü. Yol boyu herkes sala girer, esnaf bile koşar bir iki adım dahi olsa omuz verirdi. O gelenek dayanışma, yardımlaşma, ahde vefa, saygı, sevgi gibi birçok melankolik anlam içerirdi ki, son yıllarda onunda cenaze namazını kıldık.
  Şimdi başta mevta, ardında cemaat, imam, baş tahtası, mezara dökülecek su, kazma kürek hep arabalara kaykılarak gidiyor.  Herkes rahata alıştı. Nerdeyse mevtaya “Yav valla işimiz gücümüz var, takatimiz yok. Aha araba var. Git kendi kendini defnet biz sonra eve uğrarız” diyecek hale gelmişiz.
  Ondan sonra kahvede çay içerken “Ula Haymana da eskiden ne güzel adet, gelenekler vardı. Bitti la…” diye geyik yapıyoruz.
  Şeytan ne kadar ayrıntıda gizli ise, değer, güzellik ve o şehre anlam katan naifliklerde yine ayrıntılarda gizlidir. “La bu cenaze arabası ne kadar iyi oldu. Omzumuz kopuyordu” basit hesabı ile aslında Haymana’nın bir değerini daha toprağa gömdüğümüzün farkına varamıyoruz.   Ondan sonra “Nerede o eski Haymana?” Aha işte o eski Haymana cenaze arabasına binmiş gidiyor. İki kürek toprakta biz atalım, üzerini de betonlayalım, bir daha kalkamasın, son kez de pidesini yiyelim. Ayranlar müesseseden…