Geçen hafta Yurtbeyli de yangın çıktı. Yurtbeyli nire Haymana nire. Aradaki mesafe yaklaşık 50 km. Haymana’dan çıkan itfaiye varana kadar yandı, bitti, kül oldu gitti. İtfaiyeciler de külleri sulayıp serinletti.

Mesele “Dereye su gelene kadar kurbağanın gözünün pörtlemesi” meselesi. Geçtiğimiz dönemin belediye başkan adaylarından Levent Koç bu durumu sosyal medyadan dile getirdi. Koç’a oy vermişsinizdir veya vermemişsinizdir. Seversiniz veya sevmezsiniz ayrı konu. Ancak bu konuda yerden göğe kadar haklı. Haymana geniş bir coğrafya. 60 km uzaklıkta köyler var. Olası bir yangında Haymana’dan itfaiye yollayana kadar oradaki cümbür cemaat ateşe işese daha çabuk söner. Koç’un dediği gibi Haymana belli bölgelere ayrılarak itfaiye, ambulans gibi acil ihtiyaçlar için belirli yerlere konuşlandırma yapılabilir. Eskiden bunu beldeler sağlardı. Onların da selasını okuyup helvasını kavurduğumuza göre, alternatif çözümler üretmek elzemdir.

Ben Koç’un bu önerisini destekleyerek ilave yapayım istedim. İtfaiye ve ambulansın yanına aynı bölgeler için kalıcı birer ziraat mühendisi ve veteriner gönderilmesinden yanayım. Siz daha başka şeyler de katabilirsiniz.

Dilimizin ucuyla “Tarım şehri” dediğimiz Haymana’da hala dededen, atadan kalma tarım yapılıyor. “Gelecek tarımda” diyoruz, duyuyor musunuz? 8 milyarlık dünya’yı,80 milyonluk Türkiye’yi kim besleyecek? Bu kadar insan taş yiyecek değil. Asfaltı kemirmeyeceğinize, betona tuz döküp yalamayacağınıza göre üretim ve gıda, dolayısı ile toprak geleceğin stratejik silahı ve insanlığında da yegane hazinesi olacak. Binlerce ziraat mühendisi mezun edip onlardan birer “kaldırım mühendisi” yapacağımıza, sahalara, tarlalara ve çiftçinin yanına katıp neden modern tarımı öğretmeyelim. Bir tane veteriner ile de üretimin bir başka ayağını tamamlamak lazım. Buzağıyı, kıllı keçiyi kucağına alan Haymana’ya baytar yoluna düşüyor. Mühendis ve veteriner bu bölgelerde haftanın en az 5 günü çiftçinin her adımında yanında olmalı, geleneksel ile moderni harmanlamalı. Yıllarca yanlış politikalarla mındar edilen tarım ve çiftçi için “Ananı da al git” atarlanması bitmeli artık.

Pazarda fiyatları görünce kalp krizi geçirecek gibi oluyoruz ya, işte bunların dil altı ilacı ve sunni teneffüsü üretimden geçiyor. Sarımsak küçük altınla, domates Dolar ve Euro ile yarışıyor. Ondan sonra “Haymana tarım şehri” diyoruz. Mesele konu hakkında miting meydanlarında iki lafın belini kırmak değil, belini kırıp toprakla barışmak ve bunun içinde somut ve kalıcı adımlar atmaktır. “Köylü milletin efendisidir” diye seçim propagandası yapan, alengirli kravatlı siyasetçilerimizin, o uzun kravatlarından tutarak yapmadıkları ve yapmayacakları şeylerden hesap sorun. Milletin vekili ahkam kesiyor, milletin aslı iki büklüm önünde mahçup dururken “Bu ne yaman çelişkidir” diye ne zaman haykıracaksınız?

Kısacası çok geniş topraklarına sahip Haymana’nın Endonezya sarımsağı ile ağzının kokması ayıp. Ya da Meksika’dan ithal kuru fasulye ile yellenmesi de ayıbın daniskası. “Ekici ol da bilici olma” diyen atalarımızı mezarında dört döndürmeden, her karış toprağımızı alternatif ürünler ile donatmak elimizde. Biri olmazsa diğer olur. Ama saplantılı anlayışla bizden bir cacık olmaz.

Toprağımız elimizden kayıp gitmeden, genç beyinlerimizi, nasırlı ellerle buluşturmak gerekiyor. Devlet her türlü imkanıyla vatandaşı ile bir araya gelmeli. Ama bunu merkeziyetçi bir tutumla değil yayılmacı ve eşit mesafedeki kör noktalara ulaşarak yapmak zorunda. Yoksa gün gelip dedemiz başkasına sevdalandıktan sonra, ebemizin ancak hayrını görürüz..