Sosyal medyanın sahte yüzü yıllardır konuşuluyor. Paylaşılan sahte mutlu anlar, her şeyin en iyisine sahip mutlu insanlar… Sosyal medyanın sahte yüzü sadece mutluluk konusunda değil, her konuda sahte ve abartılı. Nitekim mutsuz anlar, acılar, dramlar da en mahrem boyutlarıyla sergileniyor, istismar ediliyor. Herkesin her şeye yorum yapma özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün sınırlarını çoktan aştı.

Sosyal medyanın sahte yüzü yıllardır konuşuluyor. Paylaşılan sahte mutlu anlar, her şeyin en iyisine sahip mutlu insanlar… Sosyal medyanın sahte yüzü sadece mutluluk konusunda değil, her konuda sahte ve abartılı. Nitekim mutsuz anlar, acılar, dramlar da en mahrem boyutlarıyla sergileniyor, istismar ediliyor. Herkesin her şeye yorum yapma özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün sınırlarını çoktan aştı. En mutlu günler, zamanlar, anlar, olaylar bile eleştiri yağmuruna tutulurken en kötü, en vahşi, en sapkın olayları bile alkışlayanlar var. Her şey eleştiri altında hem de fütursuzca. Olumsuz kelimelerin kullanımı arttı. İnsanlar bir şey paylaşırken kırk kere düşünmek zorunda kalsa da görünüşe göre eleştiri yaparken düşünen yok. İnsanların eksiklikleri, açıkları aranıyor ve bulunuyor. Sosyal medyanın yıpratıcılığı her geçen gün daha da çok artıyor. Peki, insan bu ortamda nasıl mutlu olabilir, kendini nasıl güvende hissedebilir? Her şeyden uzak kalmak çözüm mü?

Kendini depresif hissetmek, geleceğe umutsuz bakmak, bunalmak, kontrolü kaybetme hissi bu sosyal medya girdabında yaşanılanlar arasında.  Olumsuz olaylara çok yoğun bir şekilde maruz kalıyor ancak çok hızlı bir şekilde unutuyoruz. Duygularımızı yaşama süremiz bile sosyal medya tarafından belirleniyor.  Bireysel sevinçler gölgeleniyor, hüzünler yaşanılamadan geçiştiriliyor. Bu kayıp duygularımıza ne olacağını düşünüyorsunuz? Elbet bir yerden açığa çıkacak yaşanılamayan hisler, biz hazırlıksızken bizi kuşatacak, bizi zorlayacak. Beğeni uğruna duygular düşünceler kopyalanıyor. Bize en uygun düşünceyi bulmakla uğraşıyor ve sorgulamadan kopyalıyoruz. Biz ne hissediyoruz, ne düşünüyoruz, ne istiyoruz kendimizi dinlemiyoruz. Belki de düşünmeyi unutuyoruz çünkü bizim yerimize düşünenler var ya da belki de böylesi çok daha kolay.

Akımlara kapılıyor, benliğimizi yitiriyoruz. Bugün gündemde ne var, üzülmem mi gerekiyor, sevinmem mi gerekiyor? Ne zaman tatile gitmeliyim? Ne giymeli nasıl davranmalıyım? Nereye gitmeli ne yemeliyim? Kendimi yetersiz hissetmemek için daha neler neler almalıyım?  Daha fazla nasıl kendimi sergilemeliyim ya da kendimi gizlemeli miyim, şuan hangisi trend?

İçimizdekilere bakmadan sosyal medyaya bakıyoruz. Kendi ihtiyacımıza bakmadan, sorgulamadan diğerlerinin peşinden gidiyoruz. En çok onaylanan düşünceyi benimseyerek onaylanma ihtiyacımızı karşılamaya çalışıyoruz. Ya da farklı bir şeyler söylemek için kendimizi zorlayıp dikkat çekme arzumuzun esiri olup saçmalıyoruz. Ruh sağlığımız tehlikede hem de toplum olarak (aslında küresel olarak). İşte tam da burada nefes almaya ihtiyacımız var. Bu kadar sosyal olmak, bu kadar fazla şeye maruz kalmak, bunların bağımlılık yaratması, hepsinin sanal âlemde olması ve çok yüzeysel olması bizleri tüketiyor.

Yoğun bir bayramı daha sosyal medyada atlattıktan sonra; akrabayla, komşuyla onunla bununla sosyal medyanın sahte yüzünü kullanarak sahte bir bayram daha geçirdikten sonra, şimdi mola zamanı, toparlanma zamanı. Öze dönüş vakti. Düşüncelerle duygularla baş başa kalıp kendini hatırlama vakti. Kontrol edilmeden, yönlendirilmeden, eleştirilmeden, baskı hissetmeden kendi doğrularını, kendi isteklerini keşfetme zamanı! Sakinleşmek, huzur bulmak belki de yasını tutamadıklarımızın yasını tutma, sevinemediklerimiz için coşku duyma vakti. İnsan kendini unutursa benliğini kaybederse nasıl geçer bu hayat? Daha da tükenmeden nefeslenmeye ihtiyacımız var. Benden söylemesi…

* Hayır, hayır, tatile falan gitmiyorum. Sadece bizi/sizi düşünüyorum.