Ülkücü camiadan ne zaman birkaç kişi bir araya gelse “Vatan ne Türkiye’dir bize ne de Türkistan. Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir o da Turan” sloganları atarlar. Bu sloganı duyanlar ise ülkücü camiaya basar etiketi, ne faşistlikleri kalır, ne kafatasçılıkları ne de ırkçılıkları.

Turan ülküsü çok daha kadim zamanlara dayanmakla birlikte Nihal Atsız ile 1940’lı yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti’nin semalarına yüksek perdeden çıkmıştır. Peki nedir bu Turan veya Turan’cılık? Tek cümle ile özetlenirse “Türklerin tek toprakta ve tek bayrak altında toplanmasıdır” denebilir.

Son askeri harekat gösterdi ki, bize dost görünen çokmuş, ama gerçek manada yokmuş. En büyük dirsek çevirmeyi de Araplardan gördük. “Bize de mi lo lo” dedik, Onlar da “aynen size lo lo” dediler. Her gün kahrolduğumuz Filistin var ya, hani İsrail’lilerin zulüm ettiğinden yakınanlar. Hah işte onlar bile o her gün hırlaştıkları İsrail ile bize karşı aynı safta yer aldılar.

Hani bir de kralları öldüğünde bayrakları yarıya indirip milli yas ilan ettiğimiz Suudi Arabistan vardı. Oynattıkları dansöz kıvraklığında her tarafları ayrı oynadı onların da. Peki bizden yana kim kaldı derseniz, aramızda kan bağı olan Türk Cumhuriyetleri ve yine eskiye dayanan soy bağımız olan Macaristan. Attila’nın torunları bizden yana oldu, Hz Muhammed’in torunlarıyız diyen birçok Arap yüz çevirdi. “Rabia” diye kendimizi paraladıklarımız, birer para sevdalısı çıktı.

Geçte olsa bir şeyin farkına vardık. Ya da varabildik mi bilemiyorum. Aranızda bir kan veya akrabalık bağı yoksa ümmetçilik ya da din bağı ile sökmüyor. Çünkü artık çoğunun dini; para, çıkar, kirli ilişki ve yeşil dolar olmuş. Kim takar ümmeti.

Ümmete güvenmek tuzağına daha önce Osmanlı da düştü. Kendi milletini yok sayıp devşirme sadrazamlar ve yöneticileri ile kayboldu gitti. Sonuçta, bir doku uyuşmazlığında anında beden atıyor kendinden olmayanı. İktidarın ümmet temelinde inşa etmeye çalıştığı, ama zalım müteahhitlerin sürekli malzemeden çaldığı bir bina yıkılmaya mahkumdur.

Ülkemizdeki Suriyeliler de aynı. Bizi bağlayan tek şey din olunca zamanla kopacak. Ama misal akraba olduğumuz Kürtlerle asırlarca bir aradayız. Arada bazı güdümlüler çıksa da bizi birbirimize bağlayan sımsıkı akrabalığımız var ve en zor günümüzde birbirimize arka çıkmakta tereddüt etmiyoruz, etmeyeceğiz.

Bakın tüm tarihe, din adı altında yapılan tüm savaşlar aslına ekonomi ve çıkar uğrunadır. En büyük din savaşı denilen Haçlı Seferlerinin bile aslı paradır. Bir toplumu kan veya akraba bağı olmadan, sırf ortak din harcı ile tutmak mümkün değil. Öylesi mümkün olsa Hristiyanlar bir arada, Müslümanlar bir diğer yanda sadece birkaç ülkeli bir dünya olurduk. Olmuyor işte, olamıyor.

Türk birliği uzun yıllar bir ütopya olarak göründü. Ama son savaşımız bu ütopyayı gerçeğe dönüştürmek için belkide tarihi fırsat. Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını anlamak için bir musibet lazımmış. Onu da gördük. Hala görmeyen bakan körlerse umrumuzda bile değil.

Ülkücülerin yıllardır söylediği ama “lan bunlar ırkçı” etiketinden ileri gidemediği bir söylemin, bugün bir anlamda haklı çıkmasına ben hiç şaşırmadım. Keşke keramet gösterdiğini söyleyen tarikat hikayeleri yerine Dede Korkut’ları okuyup, Mursi gibilerinin yerine Mete Han’ları yoldaş seçseydik. Bugün belkide çıkarcı Arap Birliğine kul, emperyalist AB’ye köle olmak yerine Türk Birliğini kurmuş, otağımızda kımızımızı içerek balalar, Asenalar yetiştiriyorduk.

Kimilerine göre faşistçe bir yazı gibi görülse de dünyanın realitesi bu. Türk, Kürt, Azeri, Kırgız vs. bağdaş kurup kardeş çubuğunu tüttürmek zorundalar. Yoksa bizden yana zannettiklerimiz ardımızdan bir Fatiha bile okumazlar, bilesiniz…

HAFTANIN SÖZÜ: İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.

SAYGILARIMLA