Aslında yıllardır bilhassa biz sunilerin üzerinde tepindiği konu Alevi’lik ya da Aleviler. “Yok arkadaş bizim için insan olması önemli” desekte, karşımızdaki insanın manen “bizden” olmadığını bilmekle içimizden gelen ve küçümseyici dudak büken aslında aynı kişi.

92 yılında Ankara’da dershaneye giderken tanıştım aslında Alevilerle. O güne kadar bizlere nasıl ters açı tablo çizilip, kafamızda şekillendirilmişse “Hadi canım. Şimdi onlarla aynı dünyada yaşayıp, aynı havayı mı soluyacağım” diye kahırlanmadım da değil. Ama zamanla yıllardır içimizde biriken en büyük yanılgıya teslim olduğumuzu gördüm. Muhteşem iyi, insancıl, paylaşımcı, sevgi dolu insanlar olduğunu “zamanla” değil, çok ama çok kısa sürede anladım.

Sen iyi insan olduğunda onlar hep daha iyi oldular. Bizim onlara gösterdiğimiz ön yargının, ötekileştirmenin binde birini bile göstermediler. O dershane günlerimde her yönleri ile harika birkaç Alevi tanıdım. Belki o günlerde “Ben şanslıydım. Hepsi böyle değildir” diyordum. Hani yıllardır beynimize yüreğimize nakşedilmiş o “Kızılbaş” imgesi hala bir yerlerde dürtüp duruyor, sen yine de alıştığın, öğretilmiş yoldan git” diyordu.

Ardından üniversitede tanıştım yine birkaçıyla. Sunnilerin hakim diyarında, yüksek derecede baskın bir Ülkücü bir ortamında, korkarak, susarak, gizlenerek okumaya, yaşamaya çalışıyorlardı. Size çok güvenmişlerse, samimi bulmuşlarsa yine de tedirgin bir şekilde “Aslında bizde biraz Alevilik var” diyorlardı. “Biraz” diyerek tepkimizi ölçerek hemde. Oysa Neşet Ertaş gibi Aleviliğin zirve yaptığı bir şehirde olmalarına rağmen ürküyor, korkuyor, alabildiğine çekiniyorlardı. Yıllar içinde daha iyi tanıdım, felsefelerini, dünya görüşlerini, sevgilerini, saygılarını çok daha iyi anladım. Merkezlerine hep “insanı” koyduklarına şahit oldum. Tanıdığıma, birlikte geçirdiğim günlere, dostluklarına, kardeşliklerine uzak diyarlardaki hakikatli arkadaşlarıma buradan bir kez daha çokça ve canı gönülden selam olsun.

Kılıçdaroğlu’nun “Ben Aleviyim” çıkışı ile yazmak istedim bu konuyu. Onları ne kadar tanıyoruz, ya da ne kadar biliyoruz, ibadetlerini, anlayışlarını, felsefelerini nasıl tanıyoruz.. Bence hiç.. Kulaktan dolma, sağdan solda derleme birkaç fikir sadece. Oysa Türk kavramı ile yaşıttır Alevilik. Hatta Osmanlı’da Yavuz Sultan Selim’e kadar hem söz hem de kudret sahibiydiler. Çaldıran’dan itibaren farklı bir çaba ile sunnileşti Anadolu. Halbuki başta Türkmenler olmak üzere birçok boy, kavim Alevi kökenlidir. Hatta birçok tarihçiye göre Türk’e en yakın fikriyat. Üstlerine atılarak yapıştırılmış birçok dedikodu, kirli ve çirkin algılar nedeniyle hep “Aleviysen azıcık ötede dur” mantığı ile yaklaştık, davrandık. Yalan mı? Haymana’da bile onlarca aile var hala. Birileri kendileri gibi olmayana “Tür” dese de, onlar bu coğrafyanın ev sahipleri olduğunun farkındalar. Mezheplerini gizleyen, gizlemek zorunda kalan birçok farklı din, mezhep ve inanıştaki öz be öz kendi insanımız var. “En doğru bizimkisi. En iyisi biziz” ile yola çıkıp, bir de mahalle baskısı ile pekiştirdiğimizde ortaya bu insanı olmayan durumlar çıkıyor. Bu yazı bir “Alevi güzellemesi” değil. Bir durum tespiti. Bizzat yaşadığım, ekmeğimi aşımı paylaştığım o anlatılandan çok daha fazlasına tanık olduğum pozitif insanlar diyarı. “Yaratılanı hoş gördük, yaratandan ötürü” deyip ardından ne kadar ötekileştirme varsa yaptığımız insanların hikayesi aslında. Biz ne zaman insana sadece ama sadece “İNSAN” gönül gözüyle baktığımızda güzelleştireceğiz tüm ülkemizi ve dünyayı.