Ümit Besen’in meşhur şarkısı vardı, 80-90’lı yıllarda okuyanlar çok iyi bilir “Okul Yolu” diye. Bu yılki Haymana üniversite sonuçlarını okurken o aklıma geldi.
  Besen’in şarkısındaki “Okul Yolu”ndaki öğrencileri lise talebeleriydi. Erkekleri takım elbiseli, kızları mavi üniformalı. Alayı daha interneti hiç tanımamış, cep telefonunu uzay yolu filminde görmüş, bilgi teknoloji hak getire, bugünkü dershane ya da özel ders falan, binde bir ailenin imkanında olan bir dünya.
  Ama idealistlik, öğretmene, eğitim kurumuna saygı, sadakat bir o kadar cevvaldi. 90’lı yıllarda mezun oldum liseden. O yılların evveliyatını, aynı dönemini ve bir miktar sonrasını bilirim. O zamanlarda ne doktorlar, mühendisler, hukukçular çıktı memleketimden. ODTÜ’leri, Boğaziçi’ni, Bilkent’leri kazananları gördü bu gözler. Şimdi önünden geçerken imrenilen üniversitelere burun kıvıranları “İstediğim bölüm, ya da üniversite bu değil” deyip elinin tersiyle sille vuranlara şahit oldu bu şahıs.
  Şimdiki adı cafcaflı “Anadolu Lisesii…., proje okuluuuu…” denilen okullara bakıyorum da o zamanki liselerin getir götürünü yapamazlar hem vallahi hem billahi. Gariban bir Haymana Lisesi ne cevherler yetiştirdi. “Amele okulu” denilen Meslek Lisesi, baş tacı fabrikalara ne teknikerler, ne ustalar yolladı.
  Şimdi bir eli yağda, ötekisi nutellada, parmakları pizza, magnum avuçlayan nesile zeytin, peynirle meydan okumuş meğerse o talebeler. Yoktu öyle herkeste canti markalı eşofman, spor ayakkabı. Beden dersinde herkes birbirinin eşofmanını sırayla giyerdi.   Bir üst alt sınıf öğrencileri, bir üst sınıf öğrencilerinin kitaplarını daha okul bitmeden kapar, kapanın elinde kalırdı.
  Ne kimsede ego vardı, ne böbürlenme. Öğretmeni görünce kaldırım değiştirir, üzerimizdeki düğmesiz tişörtün önünü iliklemeye çalışırdık. Ana-babamız bizi okula teslim ederken “Eti, kemiği, sakatatı ve bilimum zerzevatı senin, geriye bir şeyler kalırsa benim” derdi.
  Şimdi öğretmen bir öğrenciye “öte git” dese “Çocuğumun psikolojisi bozuldu…” diyen veli okulu basmaya kalkıyor. Saçlar fönlü, jöleli, bir karış sakallı, “Hocaeemmm….” diye ağzını çemkirterek konuşmak moda. Bazı öğretmenlerde aynı bilader. Kirli sakalı salan, dövmeyi yaptıran, üstüne dandirik fanila gibi bir şeyi giyen “Açılın ben öğretmenim” diye tekleyen eğitim sistemine sunni tenefüs yapmaya koşuyor.
  Mesleğine saygılı, aynı şekilde idealist, gerçek birer eğitim gönüllüsü öğretmenlerimiz istisna elbette. Ama bazılarına bakınca “nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça” diye ağıt yakasımız gelir.
  Modern çağın zavallıları diyorum ben birçoğuna. Onlara sorsan “Geleceğin eğitimi bu” diyorlar. Ama gördük geleceğin sisteminizi sınavlarda. Bunu planlayanların gelmişini geçmişini kalaylamak var aslında. Sınavlarda sadece adını yazsan da zaten bu puanları alıyorsun. “Herkes üniversiteli olacak” zırvası ile mantar gibi üniversite açıldı, kazanamayanı dövüyorlar neredeyse. Ama bir kapıdan gir bomboş, diğer kapıdan çık tıngır mıngır. Eşek kadar diploma var, ama saça sürülecek eğitim, planlama, proje yok. Görmüş geçirmiş “Hayat Okulu” mezunları, bu diplomalılara on basar beş çeker.
  Bakın her geçen yıl daha da halimiz ahvalimiz bu eğitimle karanlığa gömülüyor. Hele Haymana gibi imkanların gramla elde edildiği bir yerde, “başarı, kalbur üstü üniversite, bölüm” kaf dağının da ardında. Bizim yarından kelli titreyip kendimize o  belki de burun kıvırılan yıllara dönmemiz şart. Fakir ama gururlu öğrencilerdik belki. Lakin entelektüel eğitim bağlamında bıçağımızın her iki tarafı da jilet gibiydi.