Ertelenen İstanbul seçimleri yeniden yapıldı. 13 bin oy fark yapınca “Bu farkla seni başkan yapmayız” denilen Ekrem İmamoğlu 800 bin oy fark atarak “Bu fark yeter mi?” diyerek çok sükseli bir cevap vermiş oldu.

Aslında bu cevabı halk verdi. Hem de içinde birçok mesaj saklayarak. Ya da ne saklaması direk bağıra çağıra “Halk ile inatlaşırsanız şamarı yersiniz” mealinde bir haykırıştı bu.

Bu filmi yıllar önce bizzat kendisi yaşamıştı Cumhurbaşkanı Erdoğan. İstanbul belediye başkanlığına seçilen Erdoğan, halkın iradesine rağmen görevinden uzaklaştırılmıştı. Sonra ülkenin Cumhurbaşkanı oldu. Bu filmi gören bir şahsın 13 bin oyla halkın seçtiği kişiyi yok saymasına vatandaş çok ağır bir mağlubiyetle cevap vermiş oldu.

Bu yapılan son seçimde görülüyor ki AKP’de artçı şoklarla başlayan çatlama binanın çöküşüne doğru ilerliyor. “Silkinelim, toparlanalım, yeniden başlayalım, hatalarımızdan ders alalım” diye başlayan cümlelerin sonu gelmeyecek. Geminin su almaya başladığı çok net. Acaba gemiyi ilk kimler terk edecek?

Sırf seçim kazanmak için yan çizmeleri halk affetmiyor besbelli. Kürt seçmene mavi boncuk adına Öcalan’ın mektubunu okutmak tutmadı. Tutmaz da. Ve hiç bitmeyen ötekileştirme. “Benden olmayan, benim gibi düşünmeyen herkes günahkardır, haindir, zillettir, illettir…” diye meydanlarda bağırmak, karşındaki ciddi bir kitleyi “Azgın azınlık” diye küçümsemek karşı taraftaki kitleyi daha da kenetlendiriyor. 17 yıllık iktidarın bu kadar acemi ve tecrübesizliğine ne denir bilmem ki?

Onun yanında AKP’nin belediye başkanından, milletvekiline, bakanından en alt yöneticisine kadar hepsinde “Biz ne yapsak kazanırız, kimi göstersek alıp götürür” anlayışı ve kibri var ya, işte o çok kötü. Artık vatandaşa yeni şeyler söylemiyorlar. Taraftarlarında o eski heyecandan eser yok. Reis’in yüzü suyu hürmetine kazanılan seçim dönemleri de geride kaldı. Memlekete yapılan güzel şeyleri sahiplenmek kadar, kötülüklerde de “Tamam bu işinde günahı ve vebali bizde” hiç denmiyor. “Biz ne yaptıysak hep en iyisini yaparız” dayatmasındaki akıl almaz kibrin halk nazarında etkisi artık törpülene törpülene yok oldu.

Çok güvenilen Cumhur İttifakı da ne kadar diriltilmeye çalışsa da beyin ölümü gerçekleşmiş durumda. İttifakın MHP kanadı “Ülkücülerin yegane adresi MHP’dir. Lider hep haklıdır” saplantısına takıldı kaldı. Ama bu da tutmadı, tutmaz da. Her yanı çelişkilerle dolu bir lidere güvenmez ülkücü. Kendine has değerleri vardır. Bir fiske koparırsan o da cevabını şak diye verir. Buyurun 23 Haziran. Camianın içinden çıkmış biri olarak çok iyi bilirim ki, gerçek ülkücüler maalesef artık partisine ve liderine güvenmiyor. Davaları baki olsa da arayıştalar. Artık Bahçeli ve MHP onların istedikleri, özledikleri ve arzu ettikleri özellikleri kaybetti.

Kısacası 23 Haziran seçimleri sandıklara gidilip oy atılmaktan çok daha ötesiydi aslında. Çokça kıssa, mesaj, ironi ve alınması gereken ders vardı içinde. Şımarmanın bedelini, kibrin cezasını, kendini yenileyememenin hesabını, kişisel menfaatlere dayalı çıkarcılığın ve halkla inatlaşmanın tüm ceremesini birilerinin kafasına boca etti. Hem de görkemli bir şekilde.

Bu mesaj sadece İstanbul’a veya AKP-MHP kanadına değildi. O tarafın tüm kurumlarına, şahıslarına ve taraftarlarınaydı. Reis’e, damada, siyasileşen devlet anlayışınaydı. “Ben açım” dedi. “Benim çocuğumun gelecek kaygısı var, işsizim. Bana masal anlatma” dedi kısaca. “Kendi memleketimde Suriyelilerden sonra gelemem”. Bunu söylerken İstanbul üzerinden tüm Türkiye’ye verdi mesajını. AKP’nin kazandığı tüm belediyelere, kurumlara ve kişilere. “Bugün belki hala batasınız, ama yarın ne olur iyi düşünün” dedi. Halkla inatlaşmanın bedeli her zaman ağır oldu. Gerçekten kaybettiysen mızıkçılık yok. Ya da Haymana deyimiyle “Cınımayacaksın”

HAFTANIN SÖZÜ: Seçimle gelen seçimle gider, ama imamın yolladığının geri geldiği görülmemiştir. SAYGILARIMLA