Tarih kayıtlarında geçer, eskiler sürekli anlatırdı; “Haymana cennet gibi yemyeşildi. Herkesin bağı bahçesi vardı. Bağ bozumu zamanı her taraf üzüm, sirke, pekmez kokardı. Her evin bağcılıktan ekstra geliri vardı.” Diye.

Çok değil aradan 50 senelik bence kısacık bir zaman dilimi geçmiş. Haymana bir sokak deyiminde söylendiği gibi “Kel Ali’nin Bağına” dönmüş.

Bu hale kim veya kimler hangi amaçla getirdi? Eskinin kıymetini bilmeden şimdi yeniden eski günlere dönmek için canhıraş ağaçlandırma seferberliği yapıyoruz. Tek bir ağaç yeşerdiğinde bile sevindirik olur hale geldik. Önce eşeği kaybedip, sonra bularak sevinmek ucuzluğuna bizi kimler getirdi sorgulamayalım mı?

Klasik bir laf olacak ama tüm yapılanların ve didinmelerin bence en önemli özeti şu; diktiğin önemli değil kaç tane yetiştirebiliyorsun, sen ona bak.

Kendimi bildim bileli Haymana her bahar ağaç dikmeye çıkar. Törenler, cafcaflı sloganlar, rugan ayakkabı ve yerlere uzanan kravatları ile bürokratlarımız ve siyasilerimiz ağaç dikerek kendilerini harap eder. Diktiği fidana can suyu verirken atomu parçalamış kadar böbürlenirler. Ondan sonra arkalarını döner giderler. Fidan Allah’a emanettir artık. Dikilen fidanların akıbetini kimse sormaz, bilmekte istemez. O dikmiş, fotoğraf makinesine pozunu vermiş, bir mevtaya yapılan gibi son görevini yapmıştır. Gerisi fidanın bileceği iş. Toprakla buluşmuş, can suyunu vermiş o fidan da nankörlük etmesin kardeşim, kendi kendini yetiştirsin bir zahmet. Her şeyi devletten beklemesin.

Yıllardır hikaye aynıdır. Bu yıl sanki biraz daha farklı olacak gibi. Kaymakam Muhammed Gürbüz’ü bu konuda çok ciddi görüyorum. Daha önceki görev yerlerinde ağaç ve yeşillik konusunda çok hassas davranmış. Onun için yeşillik, kırmızı çizgisi adeta. O nedenle bu sefer olacak gibi. Bence de olsun artık. Binlerce ağaç dikip sonra deri koltuklara gömülen devlet adamlarından usandık. Her ağacın, her fidanın bir sahibi olsun, koca ağaç olana kadar sahiplenilsin, bir çocuk gibi davranılsın, üzerine titrensin ve nihayet yeşil bir Haymana’ya kavuşalım. Kaymakam Gürbüz ne kadar ciddi olur üzerine giderse bizler de ancak o derece bu işin bir kenarından tutarız. Oysa o bir gün gidecek ve yine biz burada biz bize kalacağız. O bir yaparken biz bin yapmamız gerekirken, savsaklayan, kaçan, kaytaran taraf bizleriz.

Peki bu ağaçsız ve aciz günlere nasıl geldik? İşte bir diğer ve asıl sorgulanması gereken mevzu. Kim yakıp yıktı, yerinden söktü, hayvanına yedirdi ve odun etti bu kadar bağı, bahçeyi, ağacı? İşin ardındaki asıl odunlar kimler? Kanunlar bir yere kadar. Birileri ağacı sökerken, yakarken bizler, hepimiz oradaydık. Neden bunları yapanların yakasına yapışmadıkta, suça ortak, bir yönden katile yataklık yaptık? Hepimiz de bir anlamda onlar kadar suçlu, adalet divanında onlarla aynı derece zanlıyız.

Şimdi iyi halden tahliye için belkide son şansımız. O fidanları dikerken ne kadar arzuluysak, yetişip gölgesinde yatmaya, meyvesinden torun tombalak yemeye de o kadar istek duymalıyız.

En önemlisi de nerede bir ağaç katliamı, vandallığı varsa “Dur bilader” diyebilmekte. Yoksa yıllardır yapılmış olan bu senede yapılıyor. Ortaya farkını koymak gerek. Ağaç veya dal dikmekle bitmiyor iş. Asıl hedef onları söken DAL’lamalara engel olmadığımız sürece suya yazı yazmaktan öte gidemeyiz.

HAFTANIN SÖZÜ: Şans bizede bazen gülüyor ama, ağzıyla değil...

SAYGILARIMLA