Yerel siyasete küçük bir ara verip genel duruma bir bakış atalım bu hafta. Malum olay domates. Ya da Züğürt Ağa Şener Şen’in dediği gibi “Domatiiss..”

Fakirin en gözde öğünü menemen de domatesin kendini sosyete sofrasına atması ile tarihe karıştı. Artık “ortaya karışık bir salata yapalım” derken bir kez daha düşünülüyor. Kıytırık bir salata, sosyetik lokantacı Nusret’te yenilen etle yarışıyor bu aralar çünkü.

Olay bugünlerin meselesi değil aslında. Domatesiydi, patlıcanıydı veya bilimum zerzevatın geleceği nokta yıllar öncesinden belliydi aslında. Şimdiki durum meselenin zirvesi, kaynama noktası.

Büyükşehir yasası ile başladı aslında her şey. Türkiye’de 30 il büyükşehir olmuş. Yani 30 ilin yüzlerce ilçesi köyden mahalleye evrilmiş. Bu evrilme tarlaların arsa olmasına, köylülerin şehir sıfatına kazanmasına vesile olmuş. Kerme kesen eller şehirli olup sosyeteye karışmış bir yerde. Şakır şakır bedava akan sular paralı, kıçı kırık kümesler emlak vergisine tabi olmuş. Köylü bakmış köyde bedava olan ne varsa paraya döndü, “Lan o zaman ne işim var köy yerinde. Aynı maliyetle şehirde yaşarım” demiş. Hele ailecek asgari ücretli bir yere başını sokarsa ondan mutlusu yok.

İlk başta hikaye çok güzel başlıyor. Kimsenin yüzüne bakmadığı tarlaları para ediyor, bu tarlalara konutlar konduruluyor, kıyıda köşede kalan bahçeleri hobi evleri oluyor, dededen kalan bir avuç toprağı arsa sıfatına bürünüveriyordu. Eh ailecek üç beş kuruş maaşlı işte bulunca değmeyin keyiflerine. Bir kanunla bir gecede şehir oldular daha ne olsun.

Evde yapılan tarhana, erişte, bazlama, süt, yoğurt ne varsa ellerinin altında. Ne gereği var paralı suyla üretmenin. Çek kredi kartını tüm market senin. Keyifleri beyde yoktu bir zamanlar kasketli ve elleri nasırlı emmilerin.

Her film mesut bahtiyar bitmiyor oysa. İlla ki gazozuna ilaç atacak birileri olacaktı bu filmin. İşte büyükşehir kanunu ile gazozlarına zaten ilaç atılmıştı ve mayışmaları bekleniyordu kötü niyetlerinin iğfali için.

Gün geldi hikayenin acı sonu görünmeye başladı. Yaşlananlar işinden olmaya, iş aramaya başlayanlar partilerden torpil bulmayınca açıkta kalmaya, işe girip kazanılan paralar yetmemeye başladı. Çünkü küçülen tarım arazileri ve topraklar ile üretilenler herkesi doyurmuyordu artık. Köyünde kalanlar ürünlerini birçok girdi ile maliyetlere yetişemeyince zamlı satmak zorunda kaldılar. Bir zamanlar yüzüne bakılmayan bulgur, kuru fasulye ateş pahası olmaya başladı. Hor görülüp her yerde kışkışlanan tavuklar itibar abidesi, boklu yumurtası bile zengin yiyeceği oldu.

Köylü başına geleni anladı ama iş işten çoktan geçmişti. Köyüne dönse artık ne tarlası kalmıştı, ne bahçesi. Koyun otlattığı meralar arsa, yaz sıcağında çimdiği derelerin suyu sayaçlı para makinelerine dönmüştü. Sıkıyorsa dön geriye haydi.

Tahıl ambarı Konya, pamuk şehri Adana, narenciye ve sebze menbağı Antalya, zeytin deryası Balıkesir falan hep büyükşehirdi artık. Elbette köyleri de mahalle, mahalleleri arsa, toplu konut sahası oluvermişti. Köylerinde popolarını koyacak yer kalmamıştı ki zerzevat yetiştirsin.

Şimdi tanzim satış mağazaları ile çoktan kanser olmuş ve ötenazi bekleyen hastalara pansuman tedavisi yapılıyor. Hatta ölümcül hastaya moral niyetine “Aslında her şey yolunda, sen çok iyisin. Bazı art niyetliler hepimize oyun oynuyor” deniliyor.

Bunca zamandır her şeye inanan zavallı köylü, elbette buna da inanıyor. “Her şey çok güzel olacak” repliği kulağa söylene söylene buna da alışıyor. “Aslında çok iyiyiz, bunlar geçici, oyun var oyun” lafını duyunca “Haa.. tamam o zaman” deniliyor. Bir zaman köylere kadar gelen kumpanya ve cambaza bak gösterisi şimdi şehirlerde gösterimde. Biz cambaza bakarken ceplerde paralar gizli ellerce çekiliyor. Tek umudumuz cambazın ipten inmesi. Belki o zaman gözümüzün önüne bakabiliriz.

HAFTANIN SÖZÜ: Öküz çektiği yükü değil, torbasına koncak yemi düşündüğü için öküzdür.

SAYGILARIMLA