Köy yerinde ikindi vakti. Çıt yok. Herkes susmuş, sessizlik konuşuyor. O arada yan arsaya bir karga kondu. Biraz etrafı kolaçan etti. Sağa sola baktı, yere pisledi. Sonra kanatlandı. Gece bir domuz girdi o arsaya. Karganın pislediği yeri eşeledi. Domuz eşeledikçe toprağın üstündekiler alta indi. Aylar sonra karganın pislediği yerde bir fidan bitti. Yavaş yavaş büyüdü, dal, yaprak ve bir ağaç oldu.. İncir ağacı. Önce karıncalar sardı ağacı. Sonra sinekler, börtü böcekler ve en son da kuşlar. Böcekler ağacın filizlerini, meyvalarını yedi, kuşlar böcekleri. Alakargalar da incirleri. Hayvanlar alemi o ağacın çevresinde bir dünya kurmuşlardı kendilerine. Karganın pisliğiyle harcı karılan, domuzun eşelemesiyle temeli atılan bir dünya. O yan arsada yaşam böyle süre giderken, bir insan çıktı ortaya. Arsayı satın almış. Önce duvarlarla çevirdi dört tarafını. Üstünü tel örgülerle sardı. Böylece domuzlar gelmez oldu. Sonra börtü böcekten şikayet etti. Etrafı zehire boğdu. Karıncalar, sinekler, böcekler bir bir öldü. Ardından onları yiyen kuşlar. Sadece bir ağaç kaldı ayakta. Hayvan mezarlığında bir incir ağacı. Tek başına. En son onu da kesti adam. Oradaki hayatı bitirdi. Bir çuval inciri b.k etti!

İnsan denilen yaşam türünün bilimsel adı, Homo Sapiens. "Düşündüğünün üstüne düşünebilen insan" demek. O zaman düşünelim. Herkes kendisine sorsun. Çevreye, doğaya bir karga b.ku kadar katkım var mı?

Yukarıdaki yazı son günlerde internette dolaşıyor. Çok hoş ve anlamlı. Ve son cümle sözün bittiği yer “Çevreye, doğaya karga b.ku kadar katkımız var mı?”

Valla yok. İç Anadolu ağaç fakiri, Haymana ise en meteliksizi ağaçsızlığın. Her yıl göstermelikte olsa dağa bayıra çıkılır, meşeliğe gidilir birkaç ağaç dikilirdi. Ama bu yıl o bile yapılmadı. Bundan daha önemli hangi işlerimiz varsa artık?

Ve yol kenarlarına, sağa sola dikilen çamlar, top akasyalar vardı. Kimin diktiği önemli değil benim için, kimin bakıp büyüttüğü, doğaya kazandırdığına bakarım. Yarısından fazlası kurudu, ya da kesildi, telef edildi. Yeşile ve ağaca verdiğimiz savaş belki Kurtuluş Savaşında düşmana karşı verilmemiştir. Bir avuç meşelikle uzaktan övünerek yıllarımız geçti. O kadar...

Ondan sonra sümkürerek ağlıyoruz “Haymana’ya kimse gelmiyor, gelen durmuyor” diye. Haymana’ya suyumuza geliyorlardı. Çok şükür onunda dibini bulmak üzereyiz. O su ile birimizi beş ettiğimiz kaplıcalarda hizmet, kalite, temizlik hak getire.

Bir süre sonra dağa, bayıra, börtü böceğe bakmak ister gelen yabancı. Ama hani nerde? Hızla beton yığınına dönüşen bir şehrin turşusunu kurarız böyle giderse. Haymana’da tarih var. Kurtuluş Savaşı’ndaki yakın tarihi demiyorum. Binlerce yıla dayanan uzak ve bilinmeyen tarih. Her köyde mağara, yerleşim yeri, ören var. Ama bunları çekip çevirecek, toparlayacak, gün yüzüne çıkarıp, hizmete sokacak kıvrak zeka ve gayret nerede? Adım adım küçülen, kaybeden, bir önceki günü arayan ve bunlar olurken de umursamayan bir ahaliyle karşı karşıyayız. Yöneticisinden halkına herkes halinden memnun. Ya da “memnunuz”u oynuyoruz.

Defalarca söyledim, bir şehri geliştiremiyorsan güzelleştirirsin. Bu kadar basit. Hanlar, saraylar, hamamlar, fabrikalar yapamıyorsan, elindeki şehri yaşanılabilir, doğasını güzelleştirebilir, havasını solunabilir, cadde ve sokaklarını cillop gibi yapabilirsin. Bunları da yapamıyorsanız, o bulunduğunuz makamlardan çekilebilirsiniz.

Bunu bir kişi kurum veya müessese üstüne alınmasın. Ama herkeste alınabilir tabii. Çünkü suç herkesin, hepimizin. El birliği ile bu güzelim memleketin dibine kibrit suyu döktük. Kimimiz susarak, görmezden gelerek, kimimiz de menfaatimizden dolayı üç maymun olduk. Ve yazıda denildiği gibi memlekete bir karga b..ku kadar fayda veremedik.

HAFTANIN HABERİ: Köyden şehre bir karton sigara almaya giden F.B’ye(35) anası bağırdı; “Lan oğlum o paraya öküz alırız, öküüzz…”

HAFTANIN SÖZÜ: Açlık, fakirler değil zenginler doymadığı için bitmiyor.

SAYGILARIMLA