Yapacak başka bir şey yok. Kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz!

Deprem sonrası göçlerle yoksullaşma, barınma ve gıda sorunu iyice arttı. Bunun altından ancak dayanışmacı kolektif bir anlayış ve örgütlenmeyle kalkabiliriz. Yakın gelecekte tüm potansiyelimizi bunun için kullanmalıyız. Çünkü durum malum: Sarılacak çok yara, örselenmiş çok ruh ve doğru yöne yönlendirilmesi gereken birikmiş çok öfke var.

Yapacak başka bir şey yok. Kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz! Bu aslında bizim sıklıkla yaptığımız, yapmaya alışkın olduğumuz bir çözüm yolu. Buradan hiç hükümet ve devlet eleştirisine girmeyeceğim ama daha öncesinden bildiğimiz ve adım adım yaşadığımız kamusal çöküş, deprem sürecinde ve sonrasında da başımıza gelmeseydi şaşıracak vaziyetteydik.

Dayanışma potansiyelimiz

Maraş merkezli olup on ili vuran depremin daha ilk gecesinden itibaren hemen hemen tüm halkımız, büyük bir acıyla ne yapabilirimin kaygısına düştü. Anında bölgeye hareket edenler, bulunduğu yerden yardım toplayanlar, arama kurtarma ve sağlık hizmetleri için sıraya giren sayısız gönüllüler… saymakla bitmez. Bu gönüllülüğün en güzel yanı ise yıllardır süren kutuplaştırma çalışmalarına karşım tüm halkı, ayrım olmaksızın bir araya getirmiş olmasıydı. Kimse kimsenin tercihlerine, etnik kökenine, yaşadığı bölgeye ya da akrabalık, hemşehrilik ilişkisi olup olmamasına bakmaksızın yardıma koştu, koşuyor ve koşmaya da devam edecek. Ancak her kesimden insanın gönüllülük esasıyla birlikte acılarını paylaşıp iş yaparak, aynı sofrada yemek yiyerek sorunlarını çözmeye çalışması bazılarının uykularını kaçırıyor. Çünkü eş zamanlı olarak göçmenler ve fakir halk üzerinden geliştirilen söylem ve eylemler, tamamen ırkçı medyanın ve trollerinin çalışmalarıyla tamamen bölge dışından üretiliyor ve bu dayanışma baltalanmaya çalışılıyor.

Peki Ne Yapmalıyız?

Felaketler başımıza gelince, bir kez daha anlıyoruz ki kendi göbek bağımızı kendimizin kesmesi lazım. Bu deprem süreci de gösterdi ki büyük bir dayanışma ruhu ve arzusuyla doluyuz ancak ne yapacağımızı bilmiyoruz. Yardım etmek isterken işleri daha da kötüleştirebiliyoruz. Yardımı  nereye yapsam? Pratik olarak nasıl bir işin ucundan tutsam? Acaba kime ve hangi kurumlara güvenebilirim? Öncelik ne olmalı? Bu gibi soruları çoğaltabiliriz.

Öncelik arayışınıza ilişkin soruya isa şöyle cevap verebilirim: Öncelikle örgütlenme fobinizi bir kenara bırakmalısınız. Dost acı söyler. Bu anlamda sözün tam ortasından gireceğim. Evinizde oturup, türlü örgütlenmeleri, STK’ları, toplulukları, dayanışma ağlarını eleştirip bir araya gelme çabalarının hepsini mahkum edip “bireysel” bir yaşam sürmek büyük bir konfordur, ayrıca dünyanın şu anki durumunda gerçek dışıdır. Çünkü topluluk olmanın, topluluk içinde birey kalabilmenin, söz hakkını kaybetmemenin bir sorumluluğu var, ve burası bir mücadele alanı. Hatta kimi insanların herhangi bir kolektivite içinde olmaya dair bir tahayyülü de yok.

Yaşanılan dünyanın düzeni içinde sürüklenirken toplulukların işleyiş tarzına, sorumluluk paylaşma yöntemlerine ve reflekslerine alışmanız zaman alacağından bir eksiği görüp anında harekete geçmek yerine size iş verilmesini bekliyor olabilirsiniz ya da uyum sağlama sürecinde potansiyeliniz çok atıl kalabilir. Tabii ki herkes kendi aklının ve gücünün yettiğince bir şeyler yapmaya çalışıyor hayatında. Benim vurgum tamamen örgütlülüğün bireyi de gözeten işlevine ve gücüne dair.

Başka Türlü Bir Örgütlülük Hayal Değil

Sizi örgütlenmelerden uzak tutan sebep, hiyerarşik örgütlenme sistemi ve birey üzerinde oluşan tahakkümse eğer hemen söylemeliyim ki hem  Türkiye’de hem de Dünya genelinde anti-otoriter örgütlenme çaba ve pratikleri oldukça yoğun. Politika yapmak kaçınılmaz bir durum ancak bunun tek yolu siyasi partiler değil. Yaşadığınız kentlerde bulunan gıda toplulukları, ekoloji ağları, kooperatifler, mahalle meclisleri ve çeşitli komünler aracılığıyla da politika üretebilirsiniz. Ancak burada da mücadele esas, çünkü insan kaynaklı her yapılaşma hataya açıktır. Bu noktada, sizin isteğiniz anlamda ideal bir topluluğu size birilerinin hediye etmeyeceğini anlamak gerekiyor. Bu sizin çaba ve mücadelenizi gerektiriyor. Vereceğiniz bu mücadele sizi var ve güçlü kılacaktır.

Deprem sonrası göçlerle yoksullaşmanın, barınmanın ve gıda sorununun iyice arttığı Türkiye’de bu sorunların altından ancak dayanışmacı bir kolektif anlayış ve örgütlülükle kalkabiliriz. Tüm potansiyelimizi yakın gelecekte bunun için kullanmalıyız. Çünkü sarılacak çok yara, örselenmiş çok ruh ve doğru yöne yönlendirilmesi gereken çok öfke var. Bu noktada sadece oy vermeyi bekleyen atıl yurttaşlardan, kendi hayatının, toplumun ve tüm diğer tüm canlı yaşamın ve kültürel varlıkların sorumluluğunu alan kendi öz örgütlülükleriyle hareket eden özgür ekolojik yurttaşa evrilmek durumundayız. Bunun için teorik ve pratik birikimimiz de potansiyelimiz de sevgimiz de var. Umutlar ise bizde zaten hiç tükenmez!