Gıda ve tarımsal üretimin bu kadar önemli olduğu bir dönemde biz bunun farkında bile olmadan normal rutin hayatımıza devam etmekteyiz. Bir tarım ülkesi olan Türkiye’de ne yazık ki çiftçilerimiz köylerini terk ederek şehirlere göç etmekte ve gün be gün köylerimiz boşalmaya devam etmektedir. Üstelik köylerimiz boşalırken biz derin derin uyumaya devam ediyoruz. Bu zihniyetle nasıl üretim yaparak ayakta durabiliriz. Nasıl özellikle kendi kendimize yetecek düzeyde üretim yapabilecek konuma gelip tarımda büyük ve güçlü bir duruma gelebiliriz. Doğrusu anlamak mümkün değil.

Dünyaya baktığımızda tarımı gelişmeden sanayisi gelişmiş tek bir ülke örneği yoktur. Bütün gelişmiş ülkeler tarımı, sanayi ve bilim ile birleştirip tarım ve hayvancılıkla katma değer ürünler üreterek ve bu ürünleri dünyaya pazarlayarak ekonomik olarak güç kazanmışlardır. Bunu birçok örnekle anlatmak mümkündür. Örneğin Hollanda küçücük toprağı olmayan bizim Konya kadar yüz ölçümüne sahip bir ülke ama tarımda çok büyük başarılar yakalamış ve dünyada ikinci büyük tarım ve gıda ürünleri ihracatçıları ülkesi noktasına gelmiştir. Bu kadar toprağı olmayan bir ülke nasıl oldu da bu kadar büyük başarıları yakaladı. Ne yaptı da tarım ve hayvancılıkta dünyayı besleyecek konuma geldi. Bütün bunlara baktığımızda ülke olarak bizim tarımda yerimiz ne diye oturup düşünmemiz lazım. Dünyanın tohum tekellerine bağlı bir ülkemi olacağız yani bu kadar çok endüstrileşen tarımda küresel şirketlere bağlı bir ülkemi olacağız yoksa küçük çiftçilerimizi destekleyerek aile çiftliklerimizi çoğaltarak tarımda bir vizyon sahibi mi olacağız.

Bu sorunun cevabı aslında çok açık. Eğer küçük çiftçilerin desteklendiği, aile işletmelerinin çoğaldığı, desteklerin şirketlere değil de küçük çiftçiye ve aile işletmelerine gittiği bir ülke konumuna gelirsek belki o zaman tarımda marka haline gelme yolunda bir adım atmış oluruz. Özellikle çiftçilik mesleğinin prestijli bir meslek haline getirilip gençlerin tarıma dahil edilmesi hatta üniversitelerde beyaz yakanın bile tarıma girmesini sağlayarak en büyük engel aşılmış olacaktır. Tarımı atadan dededen kalma yöntemlerle değil de artık bilim ve sanayi ışığında geliştirip dünya tarım piyasasında yerimizi almalıyız. Bir tarım ülkesi olarak ancak tarımla ekonomik olarak güçlü bir konuma gelebiliriz.

Ama biz ne yaptık, küçük çiftçiyi değil de şirketleri destekledik. Bir kere en önemlisi köylüyü köylü olmaktan utanacak bir duruma getirdik. Bu konuda yasa çıkarttık. Köylerimizi mahalleleştirip terk edilmeye mahkum bir hale getirdik. Köylümüze sahip çıkamadık. Köylerimizi boşaltarak onların şehirlerde beton yığınları içerisinde yaşamalarına mahkum ettik. Hala birinci sınıf tarım topraklarımız ne yazık ki betona ve ranta kurban gidiyor. Bütün dünya ülkeleri tarımda bin yıllık planlar yaparak tarımda nasıl marka haline geleceğim ve “kendi nüfusumu nasıl doyuracağım?” diye çalışmalar yaparken, bir tarım ülkesi olarak biz ise; “ben nasıl olsa dışarıdan ithal ederek durumu idare ediyorum, dolayısıyla üretmeme gerek yok” dedik. Bu da demektir ki çok büyük bir tehlike bizi beklemektedir. Gıda krizi!

Beton karın doyurmayacaktır. Geç olmadan uyanmanın vakti gelmiştir. İstediğiniz kadar fabrika kurun, istediğiniz kadar bina dikin, istediğiniz kadar beton lobisine tarım topraklarını tahsis edin, bu topraklar üretmedikten sonra bu ülke gelişemeyecektir. Köylümüze, toprağımıza ve tohumumuza sahip çıkalım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.